Kronolojik pâdişahlar târihini http://ercaninal2.blogspot.com.tr/ adresinden takip edebilirsiniz.
2 Ocak 2013
PARA
Şekil 8- II. Murat dönemi Osmanlı Akçesi, Serez
Darphânesi, 1430/31
PARA
madde içeriği:
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Para,
malların alım satımında kullanılan değişim aracı biçiminde
tanımlanabilir. Fiyatlar ile değerleri ifâde eden bir araçtır. İnsanlar
ve ülkeler arasında el değiştirerek ticârî etkinliklerin yürütülmesini
sağlar. Bununla birlikte temel bir zenginlik ölçüsüdür. Taşıma ve ölçme
kolaylığı sağlamak gibi özellikleri bulunan paranın asıl önemi,
biçiminden ve yapıldığı mâdenden çok mal ve hizmet alımında herkesin
benimsediği bir ödeme aracı olmasıdır. Eskiden, aralarında deniz kabuğu,
boncuk, taş ve sığırın da bulunduğu bâzı değerli mallar para gibi
kullanılıyordu. MÖ. 8. yüzyılda Çin'de, para yerine çapa, tırmık gibi bâzı tarım âletlerinin küçük modellerinin yapılıp kullanıldığı bilinmektedir.
Metal paraları inceleyen bilim dalına "nümismatik" denir. Yunanca "nomisma" ve Latince "numisma" sözcüklerinden türetilmiştir. Osmanlıcada bu kavram "ilm-i meskûkât" ya da kısaca "meskûkât" (Arapça “sikke”den) olarak geçmektedir. İlk olarak Lidya'da bulunmuştur.
Şark-İslam devlet geleneğinde toplumların devlet yapısına kavuşabilmelerinin ön şartı, "bey" adına hutbe okutmak ve "sikke kesmek" olmuştur. Osmanlı Beyliği, Söğüt'te bir cuma namazında Dursun Fakîh'in okuttuğu hutbe ile beylikten
devlet olma sürecine geçişin ilk adımını atmış oldu. Devlet olma
yönünde ikinci gerekli şart ise "sikke kesmek"tir. Osmanlılar ve diğer Türkmen Beylikleri, İlhanlıların
egemenliklerini kabul ettikleri sürece kendi adlarına sikke basmadılar.
Bu dönemde beylikler, genel olarak, İlhanlı sikkelerini
kullanmışlardır.
Osmanlı devlet geleneğinde sikke kesmek ve bunun bir iktisat politikası hâline gelmesi ise, Osman Bey'in ölümünden sonra gerçekleşmiştir. Orhan Bey'in kardeşi Alâeddîn Bey'in
tavsiyeleri ve Osmanlı hukûkî muhitinde alınan kararlar doğrultusunda,
devletin iktisâdî ve ekonomik yapısı ile ilgili politikalar belirlenmiş
oldu.
Osmanlı
ekonomisinde para kullanımı, zaman ve mekân içinde önemli farklılıklar
göstermekle birlikte, sâdece kentli nüfusla sınırlı kalmamıştır.
Özellikle, Yükselme Devri'nde değerli
mâdenlerin çoğalması, kentlerle kırsal kesimlerin iktisâdî bağlarının
güçlenmesi ile kırsal nüfûsun önemli bir bölümü de sikke kullanmaya
başlamışlardı. Kasaba ve kentler içinde zanaatkârlar, tüccarlar,
köylüler ve göçerler de para ekonomisinin içine dâhil olmuşlardır.
Balkanlar ve Anadolu'da
köylülerin ürünlerini getirip kent ve kasaba sâkinlerine sattıkları,
düzenli olarak kurulan pazarlar ve panayırlar bulunmaktaydı. Bu pazarlar
aynı zamanda göçerlerin köylü ve kentli nüfusla bir araya gelmesine
imkân sağlamaktaydı. Para kullanımının yaygınlaşmasını mahkeme kayıtlarından, kânunnâmelerden ve tahrir defterlerinden ayrıntılı olarak izlemek mümkündür.
Belli bir ölçüye göre basılan mâdenî bir paradır ve ilkel çağlardan beri ticârette geçerli olan değiş-tokuş yöntemleri yerine daha kullanışlı bir değişim aracı olarak îcat edilmiştir.
Eski
metal paralar "sikke" olarak adlandırılırlar. Kazılarda, temel altında
veya duvar harcı içinde bulunmuş herhangi bir sikke, tabakayı kesin
biçimde tespit eder. Aynı zamanda devlet şeklini, bölgesini bildirir,
hattâ onların incelenmesinden sayısız târihî olaylar ve gerçekler ortaya
çıkar. Ortadan kalkmış şehirlerin isimleri, kaybolmuş bir heykel,
yıkılmış bir binâ, o zaman var olan ancak bugün yetişmeyen bir bitki,
sikkelerdeki tasvirler sâyesinde öğrenilebilir.
Sikke, devletin resmî damgasıyla garantilenmiş, kullanımı kolay mâdeni bir alım aracıdır. MÖ. 7. yüzyılda Anadolu'da
Lidyalılar tarafından îcat edilmiştir. Altın ve gümüş karışımından
meydana gelen elektrondan yapılmıştır. Bu doğal elektronu ilk kez altın
ve gümüşe ayırarak sikke bastıran Krezüs (Karun)'tür.
Sikkeler;
ilk basılışlarından bu yana, yüzyıllar önce yaşamış toplumlar hakkında
bilgiler veren ve târihi konuşturan belge niteliğindeki nesnelerdir. Bu
özellikleri nedeniyle bu nesnelerin incelenmesi bir bilim dalı olarak
kabul görmüş ve nümismatik bilimi doğmuştur.
Şekil 10- Lidya Sikkesi, MÖ. 6. yüzyıl
Yeryüzünün Anadolu-Akdeniz havzası ve Orta Doğu bölgelerini kapsayan bölümünde çeşitli zaman dilimlerini kapsayan sınıflandırmalar da yapılmaktadır. Örneğin sikkenin îcâdından Bizans Devleti’nin sonuna kadar basılan sikkeler "antik nümismatik" adı altında incelenirken, Orta Çağ İslam devletleri ve Osmanlı İmparatorluğu dönemi sikkeleri "İslâmî nümismatik" adı altında incelenir.
Sikkeler,
yazılı belgeler ve arkeolojik bulgular ile birlikte incelendiğinde
insanlara pek çok konuda bilgi verirler. Örneğin kentlerin ya da
devletlerin zenginlik düzeylerine ışık tutarak ekonomi târihine ışık
tutarlar. Devletlerin hangi coğrafyada egemenlik kurdukları ya da ticârî
ilişkilerinin nereye kadar uzandığı yine bulunan sikkelerle
anlaşılabilmektedir.
Sikkelerin ekonomik ve siyâsî yaşama ilişkin bilgi vermenin yanı sıra diğer bir yönleri de belgesel özellik taşımalarıdır. Sikkeler ve madalyonlar
târihsel kişilerin resimleri konusunda önemli kaynaklardır. Birçok
târihsel kişiliğin yüzleri bu sikkeler aracılığıyla bilinmektedir.
Sikkelerde ayrıca devletle ilgili bilgiler, şehir adları, binâ, heykel
veya bitki tasvirleri bulunabilmektedir ve bu yönüyle de önemlidirler.
Yapım Malzemesi
Eski
çağlarda yapılan sikkelerde kullanılan başlıca metaller arasında altın,
gümüş, bakır, altın ve gümüş karışımı olan elektron, tunç ve pirinç
sayılabilir. Anadolu'da
ilk metal paralar elektrondan yapılmıştır. Değerli metallerin para
yapımında kullanılması XX. yüzyıla kadar sürmüş ancak kâğıt paranın
yaygınlaşması ile yavaş yavaş terk edilmiştir. Günümüzdeki bozuk para
ihtiyâcı için yapılan metal paralarda nikel, bakır-nikel, tunç,
alüminyum ve tunç-alüminyum gibi metal ve alaşımlar kullanılmaktadır.
Paraların
metalden yapılması, dayanıklılığının yanı sıra, metalin eritilip bir
kalıba dökülerek biçimlendirilmesindeki kolaylıktan da geliyordu. Bu
nedenle döküm, para basımının en önemli işlemlerinden biri olmuş, hattâ
pek çok yerde para yalnız döküm yoluyla üretilmiştir. Ancak içerisine
daha değersiz metaller karıştırarak paranın değerinin düşürülebildiği,
böyle bir paranın da ilk bakışta gerçek değerde olandan ayırt
edilemediği anlaşılınca, bu durumu önlemek için farklı yöntemler
denenmeye başlanmıştır.
MÖ. 7. yüzyılda Batı Anadolu'da
para, eriyik haldeki metalin düz bir yüzey üstüne dökülmesiyle
yapılıyordu. Altları düz olan bu paraların üstleri metal eriyiğindeki
yüzey gerilimi nedeniyle hafif yuvarlak oluyordu. Bunu düzeltmek için
çekiç ya da tokmak gibi âletler kullanılıyordu. Bir süre sonra bu
âletlerin üzerindeki girinti ve çıkıntıların paranın üstünde iz
bıraktığı fark edilince, bunun düşük değerde para basımını engellemekte
kullanılabileceği düşünüldü. Ardından paranın üstüne, değişim değerinin
resmen onaylanması anlamına gelen yönetici ya da devlet işâretleri
işlenmeye başlandı.
Şekil 11- Antik Çağ’da sikke basımı
Eski çağlardan günümüze ulaşan para kalıplarının çoğu tunçtan yapılmıştır. Romalıların
demir kalıplar da kullandığı bilinmektedir. Alt kalıbın içine
yerleştirilen metalin üstüne, bir sapın ucundaki üst kalıp konulup
çekiçle vurularak arada kalan mâdene hem ince pul biçimi verilir, hem de
istenen işâretler işlenirdi. Vurmaya dayanan bu para basma yönteminde
bir süre sonra metal eriyiği doğrudan alt kalıbın içine dökülmeye
başlandı. Bu yöntemle, alt kalıp bozulmadan 10-20 bin para
basılabileceği, çekiç darbelerinden direk olarak etkilenen üst kalıbın
ise bunun yarısı kadar para basımına elvereceği bilinmektedir. Bir
kalıpta bir kişinin çalıştığı küçük darphânelerde saatte 100 tâne sikke
yapılabileceği bilinmektedir.
Kalıplarda yapılan değişiklikler paraların biçiminin yanı sıra üretim tekniklerini de etkiledi. Sâsânîler döneminde İran'da
220'den sonra ince kalıp kullanıldı. Bu da hem daha ince paraların
yapılmasına, hem de bunların üstündeki kabartmaların daha alçak
tutulmasına yol açtı. Bizans aracılığı ile Avrupa ülkelerine geçen bu yöntem, Charlemegne (Şarlman, 742-814, Frank ve Lombard kralıdır, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğunun kurucusu olarak kabul edilir.)'ın bastırdığı paralarda da kullanıldı. Bâzı Frank ve Sakson
krallıklarında da aynı paranın üstüne, her biri yalın işâretler taşıyan
birkaç kalıpla baskı yapılır, böylece daha karmaşık bir kabartma elde
edilirdi. Avrupa metal paralarında hem kabartma, hem de oymalar
bulunurken, İslam ülkelerinin paralarında oyma daha ağır basmaktaydı.
Gümüş
para yapımında, önce gümüş ince bir katman biçiminde dökülür, sonra da
eriyik tam soğumadan çekiçle istenilen kalınlığa getirilirdi. Aşağı
yukarı X. yüzyılda gerçek para boyutlarından biraz daha büyük dörtgen
parçalar hazırlanmaya, dâire biçimindeki kalıbın içine yerleştirilip
sıkıştırıldıktan sonra yanlardaki fazlalıklar kesilerek alınmaya
başlandı. Metal para bastırmak karşılığında kullanılan "sikke kestirmek"
deyimi buradan gelmektedir.
Şekil 12- Sikke darbı sırasında kullanılan âletler
XV.
yüzyılda para basımının hızlanması, daha iyi kalıpların yapılmasına yol
açtı. Bunlardan biri demir kalıptı. Kalıbın içine karbon konup fırına
veriliyor, bu da onun çeliğe dönüşerek daha sertleşmesini sağlıyordu.
Paraların kenarının kesilip değerlerinin düşürülmesi tehlikesine karşı
da buraya çentikler yapmak, tırtıklar açmak ya da bir yazı kazımak gibi
önlemler uygulanıyordu. Ayrıca kalıpları, çekiçle vurmak yerine vida ile
sıkıştırarak üstlerindeki işâretlerin paraya geçmesini sağlayacak
yöntemler de geliştirildi. Bu yöntem XVI. yüzyılda İtalya ve İngiltere'de de kullanıldı. XVI. yüzyılda Almanya'da
döner kalıplar geliştirilmeye başlandı. Bunlar üstüne kabartma
yapılacak metali kendi kendine içine alıp baskıdan sonra da dışarı
çıkaran eğri yüzlü kalıplardı. Bu yöntemle para yapılacak metalin
kalıplara küçük parçalar biçiminde tek tek yerleştirilmesi yerine, baskı
yürüyen bir bant üstünde yapılarak üretim hızı artırılabiliyordu. Daha
sonra baskıda çekiç yerine vida ile sıkıştırma yöntemi kullanıldı. Bu
teknik XVIII. yüzyıla kadar kullanıldı.
XIX.
yüzyılda geliştirilen buhar makinesi kısa sürede para yapımında
kullanılmaya başlandı. Kalıplar için ise niteliği yükseltilmiş çelikten
yararlanılmaya başlandı. Günümüzde kalıpların yapımı, paraların basımı
gibi işlemler elektrikli makinelerle gerçekleştirilmekte, kullanılan
metallerin özelliklerini ve niteliklerini belirlemek, basılan paraların
denetimini yapmak için de bilgisayarlardan yararlanılmaktadır. Çeşitli
eritme ve arıtma süreçlerinden geçirilen metaller dakikada yüz metal
para basan makinelere gelmekte, basımdan sonra, artanlar ya da eskimiş
paralar yeniden üretilmek üzere fırınlara gönderilmektedir. Bir kalıpla
200 binden fazla para basılabilmektedir.
İslam Ülkelerinde Sikke
İslam ülkelerinde
Dinar (altın) Dirhem (gümüş) ve Fels (bakır) olmak üzere üç tür metal
para kullanıldı. Yüzyıllarca Roma, Bizans ve Sâsânî paralarının sürümde
kaldığı Orta Doğu'da ilk İslam parası Halîfe Hz. Ömer döneminde (634-644), Sâsânî paraları üstüne İslâm’a özgü bâzı işâretlerin kazınması ile oluşturuldu. Emevî
Halîfesi I. Muaviye, Sâsânî paralarına kendi kılıçlı tasvîrini
koydurttu. Halîfe Abdülmelik ise 693'te bir yüzünde kendi resminin
bulunduğu ilk İslam Dinar'ını bastırdı. Bu paranın öbür yüzünde
"Kelime-i Tevhid" (Lâ ilâhe illallah) yazılıydı. 694'te Emevî eyâletlerinde gümüş İslam paraları basılmaya başladı. “Dinar” Bizans Solido’suna eşit saf altın; “Dirhem” de saf gümüştü.
Bizans Altını (Solidus, Solido)
Batı Roma’nın yıkılmasından sonra Doğu Roma İmparatorluğunda iki farklı tip para kullanıldı. Bunların ilki “Solidus” denilen altın sikke;
diğeri de yine değerli olan, bronz paradır. Nümismatik açısından Bizans para
biriminin kabul gördüğü târih, geç Roma İmparatorluğu para sistemini 498
yılında reforme eden Anastasius ile başlar ve o târihten îtibâren altın para
“Solidus”; bronz para “Nummi” olarak isimlendirilir. Düşük miktarda para
gerektiren işlemlerde kullanılmak üzere yeni bronz sikkeler değişik değerlerde
basıldı. Bunlar 40 Nummi, 20 Nummi, 10 Nummi ve 5 Nummi’dir. Paranın bir
yüzünde imparatoru karakterize eden bir portresi, diğer yüzünde ise paranın
değerini gösteren işâret mevcuttu (M=40, K=20, I=10, E=5). Bunun dışında
nâdiren gümüş para da basılırdı. Sürekli basılmayan ancak belirli dönemlerde
basılan ve ağırlığı 7,5-8,5 gr arasında değişen “Miliaresion” gümüş para
birimiydi. İlk olarak VI. yy başlarında basılmasına rağmen en çok kullanıldığı
dönem VII. ve IX. yy.’lar arasıdır.
Şekil 14- Bizans paralarından
Solidus ve Nummi
Altın Solidus, İmparator Romanos Argyros
(1028-1034)’un 1030 yılında altın Solidus’un ayarını düşürmesine kadar
uluslararası ticârette standart para birimi olarak değerini korudu. O döneme
kadar Solidus 955-980 ayar civârındaydı ki bu da neredeyse saf altın demektir.
IX. yüzyılın başlarında dörtte üç ağırlığında Soliduslar standartlar ile
birlikte basılıp pazara sunulmaya başlandı. Bu yüzyıldan sonra dörtte üç
ağırlığında olan Solidus “Tetarteron” ve standart ağırlıkta olan Solidus ise
“Histamenon” olarak isimlendirildi. Ancak Tetarteronlar X. yüzyıla kadar pek
rağbet görmedi.
Tam ağırlıklı Soliduslar 4,48 gr olarak basılırdı.
Ancak Romanos Diogenis tahtta iken Solidus’taki altın oranı sâdece %15
değerindeydi. Bu dönem ekonomik açıdan imparatorluğun büyük sıkıntılar yaşadığı
anlaşılabilir. I. Aleksios Komnenos (1081-1118) zamânında değeri düşürülmüş
Solidus basımına son verildi. Altın ayârı 0,900-0,950 olan “Hyperpyron”
basılmaya başlandı. Hyperpyron Solidus’tan biraz daha inceydi. Daha sonraki
yıllarda ayarı sürekli olarak düşürülse de imparatorluğun yok olduğu 1453
yılına kadar tedâvülde kaldı. 1400 yılından sonra ticâretteki öneminin artmasından
dolayı uluslararası ticârette standart olan para birimi Venedik Dukası (duka altını) olmuştur.
Bronz Nummi
açısından para sistemi; VII. yüzyılda 40 Nummi’nin (aynı zamanda “Follis”
denmeye başlanmıştır) boyutunun küçültülüp basılan tek bronz para olmasıyla değişmiştir.
II. Justinian, Folls boyutunu eski hâline getirmek için uğraştıysa da yıllar
geçtikçe Follis ağırlığı ve boyutu azalmaya devam etti. X. yüzyılda “Anonimus
Follis” denilen, ilk dönem sikkelere benzeyen imparator resimli sikkeler
basılmaya başlandı. Ve bahsi geçen anonim Follislerde
“Xristos/Basileus/Basileon” (İsa, Kral,
Krallar) yazıyordu. Daha sonrasında da fincan şekilli “Scyphate” ve “Traki” de
denilen, değeri düşürülmüş altından basılmış “Electrum” ve düşük değerli
gümüşten “Billon” kullanıma başlanmıştır. Paranın saklanması ve taşınması
açısından kolaylık olduğu düşünülerek bu şekilde para basıldığı düşünülüyor
ancak gerçek sebebi henüz net olarak anlaşılmış değildir.
|
Metal paraların üzerine hükümdar ve Halîfelerin adlarının yazılmasını ilk kez Emevîler uyguladı. IX. yüzyılda İslam sikkelerinin biçimi temel kurallara bağlandı. Paranın üstüne egemenliği tanınan Halîfe’nin ve hükümdârın adı, sultânın ya da melîkin
kendisinin ve babasının adı, hükümdarlık unvan ve lakapları, Kelime-i
Tevhid, paranın basıldığı kent ve basım yılı yazılmaya başlandı.
Halîfeden ve sultandan bağımsızlık izni alan küçük beyler de adlarını
taşıyan sikke bastırmayı egemenliklerinin gereği sayıyorlardı. Örneğin
parasındaki özel unvanları arasında "ed-devle" ile biten bir tamlamanın bulunması o hükümdârın bağımlılığını, "ed-dünyâ" sözünü içeren bir unvânın bulunması ise bağımsızlığını belli ediyordu. Bunun gibi "melik", "sultan", "emir" unvanlarının da siyâsal anlamları vardı. Bu unvanları tamamlayan "el-kâmil", "el-âdil", "ebu'l-muzaffer", "ebu'l-feth", "el-gâzî" gibi lakaplar da siyâsal, dinsel ve askerî anlamlar taşıyordu. Karahanlılar, Sâmânîler ve Büyük Selçuklulardaki bu gelenek başka devletlere de yayıldı. Müslüman olmayan komşu devletlerle sürdürülen ticâret ilişkileri, insan tasvirli İslam sikkelerinin de çıkarılmasına yol açtı.
İlk Osmanlı gümüş parası Akçenin 1326'da Orhan Gâzî adına kesildiği kabul edilir. Ancak babası Osman Gâzî döneminde basılmış bir Akçe parçası da bulunmuştur. I. Bayezit gümüş ve bakır Osmanlı paraları için düzenlemeler getirdi. II. Mehmet dönemine kadar “Akçe” ve “Pul” denilen sikkelerle Venedik Dukası (duka altını) sürümdeydi. II. Mehmet 1447'de “Sultânî” olarak bilinen ilk Osmanlı altınını bastırdı. İlk tuğralı Osmanlı paraları III. Mehmet
adına basıldı. 1625'te alınan "tashîh-i sikke" kararından sonra
“Kuruş”, 1640'ta da “Para” adı verilen metal paralar basıldı. 1687'de
sikkelerin hepsine darphâne damgası vurulması kararlaştırıldı. XVIII.
yüzyılın başında Osmanlı piyasasında “Cedit”, “İslâmbol”, “Şerîfî” gibi yerli altın paralardan başka “Yaldız”, “Frengî”, “Esedî”, “Zolata”, “Abbâsî”,
“Tümen” gibi yabancı altın ve gümüş paralar da sürümdeydi. Yerli ve
yabancı paraların pariteleri arasındaki fark altın ve gümüş
kaçakçılığına yol açıyor, bu durum da ekonomiyi sarsıyordu.
Şekil 16- Çifte Kuruş (80 Para), I.Abdülhamit Dönemi,
1774, Konstantiniye
Şekil 17- Zer-i Mahbub, I.Abdülhamit Dönemi, 1774, İslâmbol
Mâliye Nezâreti içinde kurulan Meskûkât-ı Şâhâne İdâresi altın ve gümüş fiyatlarındaki değişmeleri de dikkate alarak Osmanlı Mecidiye'sine göre eski Osmanlı ve yabancı paraların kurlarını belirliyordu. Osmanlı Bankası'na banknot çıkarma yetkisinin verilmesinden (1863) sonra, 1881'de Meskûkât-ı Osmaniye Kararnâmesi yayınlandı. 26 Mart 1916'da çıkarılan Tevhîd-i Meskûkât Kânûnu'yla Osmanlı metal paraları altın, gümüş ve nikel olarak belirlendi. Cumhûriyet'in ilk yıllarında Osmanlı metal paraları sürümde kaldı. 1924 ve 1925'te çıkarılan 411 ve 624 sayılı yasalarla altın ve gümüş para sistemine son verildi.
Osmanlı İmparatorluğunda para (sikke) basılan kurumun adıdır.
İmparatorluğun ilk devirlerinde İstanbul'da bulunan merkez darphâne yanında illerde de darphânelerin açılmasına izin verilmişti. Bundan başka, ordu
ile birlikte hareket eden gezici darphânelerin de bulunduğu, baskı yeri
olarak orduyu gösteren paralardan anlaşılmaktadır. Osmanlı illerinde
açılan darphâneler arasında, Mısır'da Kâhire, Anadolu'da Gümüşhâne ve Diyarbakır, Rumeli'de Novaborda (Novaberde) ve Sidre darphâneleri en tanınmışlarıdır. Bütün bu darphânelerin özelliklerine göre ayrı kânunları ve hak ve yetkilerini belirten tüzükleri vardı.
XVII.
yüzyılda devletin artan masrafları karşısında basılı paranın ayarının
düşürülmesi üzerine hükûmetin kontrolünden uzakta bulunan taşra darphânelerinin kapatılması gerekince, İstanbul Darphânesi’nin önemi ve görevleri artmıştır. İstanbul Darphânesi fetihten sonra ilk önce Irgat Pazarı'nda bugünkü Çorlulu Ali Paşa Medresesi'nin bulunduğu yerde kurulmuştu. Buradan 1577'de Beyazıt'a, Koska'ya taşınmış, 1665 târihine kadar Beyazıt semtinde "Simkeşhâne" adını taşıyan ve III. Ahmet devrinde Vâlide Emetullah Sultan'ın yaptırmış olduğu Vâlide Hanı'nın bulunduğu yerde çalışmaya başlamıştı. 1665'te darphâne, güvenliği sebebiyle Yeni Saray surları
içine alınarak, yeni yaptırılan binâsında tekrar açılmıştır. Bugün de
aynı yerde faâliyet göstermektedir. Buraya taşındıktan sonra 1714'te
büyük bir yangın geçirmiş ve 1726'da Sadrâzam Dâmad İbrâhim Paşa * tarafından esaslı olarak onarılmıştır.
Şekil 19- Darphâne Emîni
XVIII. yüzyılda darphâne daha önemli bir
kurum hâline geldi. Hattâ Osmanlı hazînesinin yedek akçesinin saklandığı bir
çeşit banka kasası niteliğini kazandı. Bunun üzerine darphâne eminlerinin
atanması defterdardan alınarak sadâret makâmına bağlandı.
XIX. yüzyılın başında 1835'te memleketin para durumundaki büyük karışıklık göz önünde tutularak mâliye hazînesiyle darphâne nâzırlığı birleştirilmiş ve Darphâne-i Âmire Defterdarlığı adı altında yeni bir örgüt meydâna getirilmişse de bunun bir fayda vermediği görülünce darphâne, 1838'de yeniden bağımsız hâle getirilmişti. II. Mahmut darphâneye yeni makineler getirttiği gibi, binâlarını da yeni baştan yaptırırcasına onartarak bir de hünkâr dâiresi eklemişti.
Darphâneden hazîne için gereken para her ulûfe dağıtımında kısım kısım çıkarılmakta idi. Ulûfe dağıtımında yeniçerilere
maaşlarından bir kısmının “çil” (yeni kesilmiş para) Akçe olarak
verilmesi kânun hâline getirilmiş ve piyasadaki fazla para ihtiyâcının
da böylece karşılanma yolu bulunmuştu. Bunun için defterdar sadrâzama
bir yazı ile başvurur ve onun onaylaması üzerine kânunda belirtilen
miktarda yük Akçe, çil olarak darphâne emîni tarafından darphâneden
çıkarılarak hazîneye devredilir ve böylece yeni para piyasaya sürülmüş
olurdu.
Piyasadan kullanılma sonucu silik hâle gelmiş bulunan Akçelerin toplanması görevi de darphâne emînine âit idi.
Tanzîmat'tan sonra bir müdürlük olarak örgütlenen ve Mâliye Nâzırlığına bağlanan, cumhûriyet devrinde de bu yolda işleyen darphâne, Osmanlı İmparatorluğunun son devrinde müdürlük, muhâsebe, kâtiplik,
encümen, çeşni, çarkhâne, sikkehâne, ağırtma, sikkekun, teksirhâne,
müze, kazan, tâmirhâne, kefçe ve dökümhâne bölümlerine ayrılmıştı.
Darphânede yaptırılacak bir iş, müdür, iki müfettiş, muhâsebe, çeşni ve
çarkhâne mêmurları ile başsikkekundan meydâna gelen encümen kararı ile
başlar, kefçe, çeşni, dökümhâne, çarkhâne, ağırtma ve sikkehâneden
geçtikten sonra mâliye kasasına girerdi.
Darphânenin
yönetimi ve para basılması hakkında 1882'de çıkarılan bir kararnâme ile
bu kurum en son şeklini almıştı. 1841 târihine kadar çekiçle dövme
sûretiyle yapılan para basma işi, 1842'de balansiye yâni sarkaç usûlüne,
1853'te pres usûlüne, 1911'de ise makine presi usûlüne çevrilmiş
bulunmaktadır.
Günümüzde Darphâne

Şekil 20- T.C. Darphâne Genel Müdürlüğü'nün logosu
Hazîne Müsteşarlığına bağlı bir kuruluş olarak faâliyetlerini sürdüren Darphâne ve Damga Matbaa Genel Müdürlüğü’nün merkezi İstanbul’dadır. İstanbul’da iki ayrı binâda hizmet veren kurumun Genel Yönetim ile Darphâne bölümü, Beşiktaş
Balmumcu’daki genel müdürlük binâsındadır. 1967 yılında taşınılan binâ,
11.000 metrekare arsa üzerinde yaklaşık 7.000 metrekare kapalı alan ve
1.000 metrekare iç avludan oluşmaktadır.
Damga Matbaası bölümü ise 1726 yılında taşınılan, Topkapı Sarayı
avlusundaki eski Darphâne (Darphâne-i Âmire) binâlarında üretim
çalışmalarına devam etmektedir. Buradaki kapalı kullanım alanı yaklaşık
6.500 metrekare ve iç avlu alanı 1.000 metrekare civârındadır.
Fotoğraf 15- Darphâne ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü
Akçe (Akça)
Osmanlı İmparatorluğunun, ham maddesi gümüş olan temel para birimidir.
Akçe,
kelime kökeni olarak bir târifi içerir. Açılım olarak gümüşün beyaz
olan renginden hareket edilerek “Akça” (beyaz para) olarak
isimlendirilmiştir.
Şekil 21- Fâtih dönemi Osmanlı Akçesi, Amasya Darphânesi
İlk Akçe Bursa'da Osman Gâzî tarafından 1327 yılında bastırılmıştır. Bu para ilk dönemlerinde 900 ayar gümüşten üretilmeye başlanmış fakat geçen zamanla birlikte gümüşün kalitesi 465 ayara dek düşmüştür. Ön yüzünde ülkenin inanç sistemini anmak maksadı ile "Kelime-i Şahâdet" ve İslamiyet'in Dört Halîfesi'nin isimleri, arka yüzünde ise dönemin pâdişâhının ismi yer almaktaydı (para üzerinde Osmanlı İmparatorluğunun bunalımlı bir devri olan Fetret Devri'nde Timur Hân'ın ismi de yer almış, daha sonraları ise Timur'un ismi para üzerinden kaldırılmıştır).
Şekil 21- Fâtih dönemi Osmanlı Akçesi, Amasya Darphânesi
İlk Akçe Bursa'da Osman Gâzî tarafından 1327 yılında bastırılmıştır. Bu para ilk dönemlerinde 900 ayar gümüşten üretilmeye başlanmış fakat geçen zamanla birlikte gümüşün kalitesi 465 ayara dek düşmüştür. Ön yüzünde ülkenin inanç sistemini anmak maksadı ile "Kelime-i Şahâdet" ve İslamiyet'in Dört Halîfesi'nin isimleri, arka yüzünde ise dönemin pâdişâhının ismi yer almaktaydı (para üzerinde Osmanlı İmparatorluğunun bunalımlı bir devri olan Fetret Devri'nde Timur Hân'ın ismi de yer almış, daha sonraları ise Timur'un ismi para üzerinden kaldırılmıştır).
Bâzı
kaynaklara göre 3 Akçe 1 “Para"ya eşitti. 120 Akçe ise 1 Kuruş’a
eşitti. Daha sonraları Kuruş Osmanlı ekonomisinde Akçeden daha dikkate
değer bir duruma gelmiş ve Akçenin yerini almıştır. 1870'lerde ise Kuruş
yerini Liraya bırakmıştır.
Bu para biriminde ilk dönemlerde üzerine basılı bir târih bulunmamasıyla birlikte, Pâdişah Yıldırım Bayezit ile birlikte Akçeler üzerine târih basılma uygulamasına geçilmiştir.
Mangır (Mankur)
Osmanlılarda küçük alışverişler için kullanılan bakırdan bir sikkeydi.
Mangırlar I. Murat (1362-1389) zamânında basılmaya başlanmıştır ama Orhan Gâzî'ye (1324-62) atfedilen bâzı örnekler de mevcuttur. İstanbul, Edirne ve bakır mâdenlerinin bulunduğu bâzı Anadolu şehirlerinde üretilirdi. II. Mehmet zamânında Mangır basan darphâneler Edirne, Bursa, Amasya, Ayasuluk, Ankara, Bolu, Tire, Kastamonu, Karahisar ve Serez idi.
Şekil 22- I. Murat döneminden bir Mangır
Şekil 22- I. Murat döneminden bir Mangır
II. Mehmet zamânında
iki farklı Mangır tipi vardı. Büyük olanlar 1 dirhem (3,2 g), küçük
olanlar 1/3 dirhem ağrılığındaydı. 8 büyük Mangır veya 24 küçük Mangır, 1
Akçe bedelindeydi. XVI. yy.'ın ikinci çeyreğinde sâdece büyük Mangırlar
kullanıldı, ikinci yarısında yarım ve çeyrek Mangırlar da tedâvüle
girdi.
Gümüş
sikkelerin değeri içerdikleri gümüş miktarına yakın bir değere karşılık
gelmekteydi. Buna karşın mangırların değeri kullanılan bakırın
değerinden fazla olarak tâyin edilirdi, aradaki fark devlete gelir
kalırdı. Bu nedenle mangır üretimi sıkı bir kontrol altındaydı. Bakır
sikkelerin darp etme yetkisi genelde yerel zanaatçılara açık arttırmayla
verilirdi. Bu Mangır ve Pullardan çok sayıda basılmasına engel olmak
için devlet arada eski mangırları geçersiz îlan eder ve yeni mangırları
yürürlüğe sokardı. Ancak belli dönemlerde yeni mangırların tedâvüle
girmesi o kadar sık olmaya başlamıştır ki, bunun bir vergilendirme yöntemi olduğu düşünülmektedir.
Şekil 23- Kânûnî Sultan Süleyman döneminden bir Mangır
Şekil 23- Kânûnî Sultan Süleyman döneminden bir Mangır
Özel
şahıslara devletin para basma yetkisi vermesinin sağladığı kazanç
yüzünden zamanla sahte Mangırlar da basılmaya başlamıştır. Bir noktada
bâzı esnaf Mangır kabul etmeyip altın veya gümüş ile ödeme yapılmasını
talep etmiştir. Bu sorunların sonucu olarak 1691'de II. Ahmet Mangır kullanımını durdurmuştur.
Mangırın iptal edilmesinden sonra Osmanlı Devleti onun yerine “Kuruş” adı verilen gümüş paralar çıkarmıştır.
Duka Altını
Venedik duka altınları, Avrupa’da en geçerli altınlardan biri idi. Ticâret kanalı ile Yakın Doğu’ya
da giren bu sikke Osmanlı Devleti hudutları içinde de geçerli olmuş ve
istekle kullanılmıştı. Osmanlı kuruluş döneminde uzun süre altın para
basılmamış, Venedik duka altını resmî para gibi işlem görmüştür.
Şekil 24- Venedik Duka Altını
Bilinmeyen
bir târihten başlayarak, bu duka altınlarının üzerine Osmanlılar
tarafından bir damga (c/s) vurulmaya başlandığı izlenmektedir. Bu damga,
dâimâ ve düzenli olarak duka altınlarının ön yüzündeki belirli bir yere
vurulmaktaydı.
Sultânî
İlk kez Fâtih Sultan Mehmet
döneminde bastırılmış, yaklaşık 3,45 gram ağırlığında klasik Osmanlı
altın parasıdır. Halk arasında “Altın” olarak da bilinmektedir. Osmanlı
İmparatorluğunda uzun süre ayarı ve ağırlığı değiştirilmeden II. Mahmut
dönemine kadar kullanılmıştır.
Şekil 25- 1/2 Sultânî, III. Mustafa dönemi, 1772-73, Cezâyir
Şekil 25- 1/2 Sultânî, III. Mustafa dönemi, 1772-73, Cezâyir
Şâhî
İran kaynaklı bu para birimi, Osmanlı İmparatorluğunun Azerbaycan
ve güneyindeki topraklarında tedâvül etti. Akçe karşılığı daha değerli
ve îtibârı daha yüksek olduğundan süratle yaygınlaştı. İran'a komşu Bağdat, Basra, Halep, Amid ve Van
darphânelerinde de basımına izin verildi. 1513'te gümüş sikke olarak
bir miskal 4,608 gr ağırlığında yaklaşık 6,5 Akçe değerindeydi. II. Selim
Amid Darphânesi’nde Şâhî’nin yerine “Selimî” adıyla bir sikke
kesilmesini emretti ise de Şâhî’nin de basımı sürdü. 1583'te doğu
darphânelerinde basılan ayarsız ve bozuk vezinli (ayarlı) Şâhîler
toplattırıldı. 1588/89'da İstanbul'da 1 Şâhî'nin değeri 8 Akçe olarak belirlendi.
Şekil 26- Şâhî 10 Para, III. Ahmet dönemi, 1703-04, Tiflis
Şekil 26- Şâhî 10 Para, III. Ahmet dönemi, 1703-04, Tiflis
Ordu-yu Hümâyun (Osmanlı Darphânesi)
Sefer sırasında ordu ile birlikte hareket eden seyyar darphânede para basılırken genelde İstanbul'dan getirilen kalıplar kullanılırdı. Ancak II. Mustafa (1695) döneminde bir istisnâ olarak darp yeri ismi olarak da kullanılmıştır. Çok nâdir bulunan Osmanlı parasıdır.
Guruş (Kuruş, Piastre, 40 Para)
Osmanlı Devleti'nde ilk defâ 1687 yılında Sultan II. Süleyman döneminde kullanılmıştır. İçerdiği gümüş ayarı değişmekle birlikte Osmanlı'da imparatorluğun sonuna kadar kullanılmıştır. Cumhûriyet Dönemi’nde 100 Kuruş, 1 Liradır.
Şekil 27- 10 Kuruş
XVII.
yüzyıl ortalarına doğru pek çok darphânenin kapatılması, gümüş Akçe
basımının durdurulması ve bu yüzden ticârette kullanımının azalması,
Osmanlı para sistemini çok kararsız bir hâle getirmiştir. Akçedeki
düşüş, Osmanlı yönetimi için ciddî sorunları da berâberinde getirmiştir.
Para birimi üzerinde kontrolü olmayan bir yönetimin, ekonomi üzerindeki
kontrolünün de çok sınırlı olmasının yanında, dağılan para sistemi, politik olarak ağır etkileri olan yabancı paraya olan bağımlılığını da arttırmıştır.
XVII. yüzyılın ikinci yarısı boyunca, Osmanlı yönetimi, yeni para birimini oturtmak için çok uğraşır ancak mâlî sorunlar ve sürmekte olan savaşlar nedeniyle başarısız oldu.
İstanbul Darphânesi, uzun bir aradan sonra, ilk olarak 1685’te Akçe, daha sonra 1689’da Mangır basmaya başladı. Bu
baskı denemelerinin sağladığı gelirleri gören yönetim, para sistemini
yenileme çalışmalarına tekrarlayacak gücü kendinde gördü. XVI. yüzyılın
ortalarından beri Osmanlı piyasasında kullanılan büyük gümüş Avrupa paralarını da temel aldılar.
İlk büyük gümüş para 1690 yılında, ülkeye Hollandalı tüccarlar tarafından bol miktarda getirilen Polonya
parasına (İsolette veya Zolota) benzetilir. Bu paralar Hollanda
Talerinden 1/3 oranında daha ufaktır. Ağırlığı, dirhem standardına
bağlanır (3,20 gram), ve %60 gümüş, %40 bakırdan darp edilir. Bu
emisyonun en büyüğü 6 dirhem, yaklaşık 19,2 gram ağırlığındadır. Daha
sonra 1703’te 8 dirhemlik (25-26 gram) para ve onun ufakları da
basılmıştır.
1690’da basılan ilk büyük paraların, Kuruş (Piastre) olarak değil, çok kullanılan Polonya parasıyla
karışmaması için Zolata veya Cedit Zolata (Yeni Zolata) olması
amaçlanmıştır. Ancak 1700’lü yılların başında daha büyük boy gümüş
paraların basılmasıyla, yeni para sistemi tam anlamıyla yerleşmiştir.
Yeni
Osmanlı Kuruşu, 120 Akçe veya 40 Paraya eşitlenir. İlk Kuruşlar 6,25
dirhem (20 gram) ağırlığında ve yaklaşık %60 gümüşten darp edilir. Zolta
(Zolata), Kuruşun dörtte üçüne, yâni 90 Akçeye eşitlenir. Kuruş ve
Zolta’nın küçük birimleri de ayrı ayrı darp edilir.
Savaşlar ve politik
karışıklıklar nedeniyle, yeni basılan paraların çoğunluğu olması
gerekenden daha düşük gümüş oranıyla basılır, bu durum 1715/16 para reformuna kadar devam eder. Düşük ayarlı, kalitesiz paralar, sahtelerinin de 1720’lere kadar görülmesine neden olur.
1720’lerde,
1 Kuruştan 1 Paraya ve Küçük Akçeye kadar tam takım gümüş paralar
piyasada kullanılmaktaydı. Kuruş, Zolta ve 20 Para büyük çaplı ödemeler
için kullanılırken, 1, 5 ve 10 Paralar günlük kullanıma hitap
etmekteydi. Bu dönemde 1 Akçe 1 Paranın üçte biri değerinde olduğundan,
Akçenin pek kullanım yeri kalmamış, Osmanlı’nın kuruluşundan beri temel
para birimi olan Akçe, yerini Paraya bırakmıştır. Bu dönemde, İstanbul ve bâzı doğu illerinde çok sınırlı sayıda bakır Para da basılmıştır.
Lira
Sultan
Abdülmecit döneminde 5 Ocak 1843'te ''Osmanlı Lirası'' adıyla basıldı.
Kâğıt para basılmadan önce kullanılan bu Osmanlı altın parasına ''Sarı
Lira'' denirdi. 1 Altın Lira 7,20 gram ağırlığındaydı. 2 Haziran 1854'te
çeyrek Lira ve 18 Şubat 1855'te de ikibuçukluk ve beşibiryerdelerin
basılmasına başlandı.
Şekil 28- Sultan V. Mehmet Reşat döneminden Sarı
Lira, 1909. Ön yüzünde kenarında defne yaprağından çelenk ve alt birleşme yerinde
iki tâne çapraz meşâle; orta kısmında Osmanlı tuğrası ve Sultan V. Mehmet Reşat'ın
Arapça harflerle imzâsı bulunmaktadır. Tuğranın alt kısmında kaçıncı
yıldönümünde (cülûs) basıldığını ve Lira altın olduğunu gösteren Arapça
sayılar; arka yüzünden de yine Arap harflerle Osmanlıca İstanbul Darphânesi’nde
basıldığını belirten yazı bulunur.
Cumhûriyetin îlânından sonra 12 Ocak 1926'da çıkarılan bir kânunla, piyasada bulunan Osmanlı paralarının yerini almak üzere yeni kâğıt para bastırılması kararlaştırıldı. Londra'da bastırılan 1, 5, 10, 100, 500 ve 1000 TL değerindeki kâğıt paralar, 5 Aralık 1927'den îtibâren eskileriyle değiştirilmeye başlandı. Cumhuriyet döneminde bastırılan paralar üzerinde Latin harfleri 1937'den îtibâren kullanılmaya başlandı. Cumhûriyetin kuruluşundan günümüze kadar 8 emisyon grubunda 23 farklı değerde, 120 tertip banknot dolaşıma çıkarıldı.
Şekil 29- 5 Osmanlı Lirası (1912-13)
Kese
Altın
ve gümüş paraların muhâfazasında kullanılan torbaya dendiği gibi
ayrıca, belli bir miktar parayı bildiren bir terimdir. Akçe için 'kese";
altın için de "sürre" deyimi kullanılmıştır. Fâtih ve II. Bayezit zamânında, 30.000 Akçe veya 10.000 altına “kese” denirdi. Daha sonra Trablus, Tunus ve Cezâyir
darphânelerinde basılan "Sultânî” altını keselerinin her biri 1.000’er
adetlik olup, 1537'de 100.000, 1660-1661'de 40.000, 1688'den sonra
50.000 Akçeye “1 kese” denilmiştir.
Osmanlıların mâlî konuları dâimâ kese üzerinden yürütülmüştür. 1635'te yapılan ilk bütçe, kese hesâbı ile olmuş, 1876 yılında Birinci Meclis-i Mebûsân'a verilen bütçeye kadar bu usul devam etmiştir.
II.
Mahmut döneminde sayılmalarındaki güçlükten dolayı yirmilikten 1.000,
onluktan 2.000 adedi bir keseye konulur, bu şekilde 500 Kuruş üzerinden
işlem görürdü.
Osmanlı mâliyesinde üç türlü kese vardı: Kise-i Rum 500 Kuruş, dîvânî kese 416 Kuruş, Mısır kesesi 600 Kuruş (sâdece Mısır'da kullanılırdı).
Kese terimi, özel alışverişlerde de kullanılmıştır.
Yük
2 keseden oluşan 40.000 ile 100.000 Akçe arasında değeri değişen para ölçüsüdür.
Sikke-i Hasene
Para
yerinde kullanılan bir tâbirdir. Sikke Osmanlılarda biri damga, diğeri
nakit yerine olmak üzere iki şekilde kullanılırdı. Doğrudan doğruya para
kastedildiği zaman bu tâbir kullanılırdı.
Dirhem-i Ceyyit
Osmanlı'da karışık-bozuk olmayan gümüş para anlamında kullanılan bir tâbirdir.
Firade
Darphânede kullanılan nizâmî ayardır. Altın için binde 916,666, gümüş için binde 930’du.
İrsâliye Akçesi
Mısır'dan her sene gelen, pâdişahların cep harçlığıdır. Bu para XVII. yüzyıl ortalarında 600.000 altın civârındaydı.
Bürgus
Suriyeliler
tarafından 1 Kuruşluk Osmanlı gümüş parasına verilen isimdir. Arapçada
“pire” anlamına gelen bu kelime, paranın küçüklüğü nedeniyle elden
kolaylıkla düşmesinden dolayı bu ismi almıştır.
Akçe-i Büzürg
İlk olarak 1470 yılında Fâtih Sultan Mehmet döneminde
basılmış olan yaklaşık 9 gram ağırlığında ve 10 Akçe değerinde çok
nâdir bulunan bir gümüş paradır. “Gümüş-i Sultâniye” olarak da bilinir.
Ecnebî Kuruşu
Riyal yerine kullanılan bir tâbirdir. 1650-1656 târihlerinde 2 Ecnebî Kuruşu yâni Riyal, 1 Altın’a tedâvül ediyordu.
Cedit Eşrefî (Cedit Zolata)
Osmanlı dönemindeki gümüş paralardan biridir. III. Ahmet döneminde 90 Akçeye tekâbül ederdi.
İstanbul ve Mısır'da
basılan Eşrefî altınlar râyiç olarak eşit tutulmasına rağmen ne ağırlık
ne de ayar olarak birbirini tutmuyordu. İstanbul'da basılan yüksek
ayarlı altınlar Mısır’a götürülüp burada eritiliyor piyasaya düşük
ayarlı Mısır altını olarak sürülüyordu. Bu duruma mâni olmak için bakır
ve gümüş ilâve edilen yeni altınlara tuğra basılmış, 300 Akçeye karşılık
olacağı benimsenen bu yeni paraya Cedit Eşrefî adı verilmiştir. Bu
paralar çoğalıncaya kadar diğer altınların Darphâne-i Âmire’ye
getirilerek eritilmesi ve yeni tipte tuğralı olarak darp edilmesine
karar verilmiştir. Mısır Beylerbeyi’ne de ferman ile 22 ayarda 100 adedi 115 vezne eşit sikke kesilmesi emredilmiştir.
İlk olarak 1696 yılında II. Mustafa adına
darp edilen bu paralar, tuğranın altın üzerinde ilk uygulama olması
açısından çok önemli olup örnek teşkil etmiş, her ne kadar Cedit Eşrefî
adı verilmişse de halk arasında Eşrefî veya “Tuğralı Altun” adı ile
anılmaya devam etmiştir.
Cedit İslâmbol
1715'te
basılan altın paralar hakkında kullanılan tâbirdir. Sikke-i Cedîd-i
Zer-i İslâmbol da denirdi. 1696'da bastırılan sikkeler para sorununu
çözememiş ve pâyitahtta basılan altınlara diğer sikkeler dahî
mağşuşiyetten kurtulamamış olduğu için bir yüzüne tuğra diğer yüzüne "duribe fi İslâmbol"
olmak üzere yeni sikkeler bastırılmıştı. Bu arada basılan 3’er Kuruşluk
altını 1696'da basılan altınlardan ayırmak için bu isim verilmişti.
Cedit Osmanlı Kuruşu
“Tuğralı Kuruş” da denir. III. Ahmet döneminde 120 Akçeye tekâbül ederdi.
Cedit Zincirli (Cedit Zencirikli)
1725’te III. Ahmet döneminde Tebriz Seraskeri’nin
talebi üzerine Tebriz’de bir darphâne kurularak burada 24 ayar altından
100 adedi 110 dirhem ağırlığında 400 Akçe kıymetinde altın olarak
basılmış paralardır.
Bu paralar önce İstanbul altınları ile eşdeğer tutulmuş, Tiflis ve Revan’da
da bu tip darbı gerçekleştirilmiş ancak ayar konusunda tâkip eden
günlerde sahtekârlık yapıldığı tespit edilmiş, Tebriz Darphânesi önce
uyarılmış sonra İstanbul’da bastırılan örnekler gönderilmiş, yanlışta
ısrârın devâmı üzerine bu darphâneler kapatılmıştır.
Cedit Zer-i Mahbub
III. Mustafa nâmına 1757 ve 1759 senelerinde bastırılan paralardır.
Cihâdiye
Sultan II. Mahmut döneminin üçüncü cülus yılında harp masraflarını çıkartmak maksadı ile tedâvül ettirilen yüksek ayarlı gümüş 5 Kuruştur.
Kara Kuruş
Mevcut
ekonomik sıkıntıyı gidermek için II. Mahmut'un 21. cülus yılında akıl
edilen bu dâhiyâne buluş netîcesi, %17-%22 arasında değişen düşük
ayarlarda gümüş ile para basılmış, bu paralar halk tarafından
kullanıldıkça içeriğindeki yüksek bakır oranı sebebi ile kararmaya
başlamış ve bu Kuruş’a Kara Kuruş veya bu tip paralara (5 Kuruş, 100
Para, 40 Para, 20 Para, 10 Para) “Kara Kuruş aksâmı” denmeye
başlanmıştır.
Atîk Rûmî
II.
Mahmut zamânında basılan paralardandır. Halk arasında "Yazılı
Mahmûdiye" olarak bilinir. 1816-1821 arasında dört defâ basılmıştır.
Cedit Rûmî
II.
Mahmut zamânında basılan altın paralardandır. Halk arasında “Yazılı
Mahmûdiye” olarak bilinir. 1816-1832 arasında altı defâ basılmıştır.
Mecidiye
20
Kuruş değerinde gümüş paradır. Sultan Abdülmecit, 1840’ta para
ayarlarının düzenlenmesiyle ilgili fermânıyla eski sikkelerin
kaldırılmasını buyurdu. 1840’ta yeni sikkelerin (paraların) basılmasına
başlandı. 500 Kuruşluk (beşibirlik), 100 Kuruşluk (yüzlük), 50 Kuruşluk
(ellilik) altın Mecidiye, gümüş Mecidiye basıldı. 1848’de 250 Kuruşluk
altın Mecidiyeler çıkarıldı.
Altın
ve gümüş Mecidiyelerin bir tarafında pâdişâhın tuğrası ve cülûsunun
kaçıncı yılında basıldığını gösteren bir rakam; diğer tarafında da İstanbul’da basıldığını gösteren bir ibâre ile 1255 (1839) rakamı vardır.
Bakır
karışımıyla yapılan altın Mecidiyeler %0,9165 ayarında, 7,2 gr
ağırlığındaydı. Gümüş Mecidiyelerse %0,830 ayarındaydı. Mecidiye ve
küçükleri olan gümüş sikkeler cumhuriyet devrine kadar tedâvülde kaldı.
Umûmiyetle Mecidiye denilen gümüş paraya “Sim Mecidiye” veya “Beyaz Mecidiye” de denirdi.
Kâime-i Mûtebere
Osmanlı’da ilk kâğıt para imparatorluğun son dönemlerinde bastırıldı.
Sultan Abdülmecit'in tahta çıktığı
sıralarda devlet büyük bir para sıkıntısı içinde bulunuyordu. 1840
yılında, 160 bin Osmanlı Altını karşılığında "Kâime-i Mûtebere" adı
verilen kâğıt paralar çıkarıldı. Bunların en büyüğü 500, en küçüğü 10
Kuruşluktu.
Şekil 30- 50 Kâime, Sultan Abdülmecit dönemi,
1860-61.
Aynı
yıl, 400 bin Osmanlı Altını karşılığında 50, 100 ve 500 Kuruşluk olmak
üzere daha küçük boyda paralar basıldı. Bu paraların üzerlerinde tuğra,
altlarında Mâliye Nâzırı'nın mührü, arkalarında ise "Nezâret-i Celîle-i Mâliye" damgası vardı.
Ancak ne var ki, kalpazanlık dünyâda o zamanlarda da vardı. Avrupalı ve Amerikalı kalpazanlar Türkiye'ye
sahte kâimeler sokmaya başladılar. Yalnızca Amerika'da basılan
Kâimelerin tutarı 12 milyon Kuruş’u geçiyordu. Bununla baş edilemedi ve
1852 yılında kâğıt paraların imhâ edilmesine karar verildi.
1861
yılı Ağustos ayı sonuna kadar piyasadaki kâğıt paralar değiştirildi.
Kâimeler 1863 yılında tedâvülden kaldırıldı. Ancak, halk arasında para
için hâlâ "kayme" tâbiri kullanılmaktadır.
Devalüasyon
Sâbit
kur sistemlerinde ödemeler dengesi açık veren ülkenin ulusal parasının
dış satın alma gücünün, hükûmetçe alınan bir kararla düşürülmesidir.
Başka bir deyişle devalüasyon, bir devletin resmî para biriminin diğer
ülke dövizleri karşısında değer kaybettirilmesidir. Bu yolla ithal
malları pahalılaşırken yerli malların fiyatı da aşağı çekilmiş olur.
Eski Yunan
ve Roma'da devalüasyon, paranın temsil ettiği mâden miktarının
azaltılması yoluyla gerçekleştirilmekteydi. Belli bir altın ve gümüş
miktarından basılan sikke miktarının çoğaltılması, para değerinin
düşürülmesi sonucunu doğurmaktaydı. XIX. yüzyılda ise kâğıt para
miktarının arttırılması sonucu meydâna gelen enflasyon, iç fiyatların
artışı ve banknotların altın'a tahvil kâbiliyetini yok ederek, para
değerinin düşüşüne yol açmıştır. Böylece millî para biriminin karşılığı
kabul edilen altın miktarı indirilmiş ve kambiyo kurları da buna göre
ayarlanmıştır.
Günümüzde
mâdeni-altın para sistemi olmadığından yerli para biriminin değerinin
düşülmesine, iç fiyatların yükselmesi sonucu elde edilemeyen döviz
gelirleri dolayısıyla girişilmektedir. Başlıca ihrâcâtı teşvik etmek
için yerli para birimi değeri, belli bir yabancı para esas alınmak
sûretiyle ayarlanmaktadır. Ancak bu tür bir uygulamanın başarılı
olabilmesi için, devalüasyon sonrası iç fiyatların artışının önlenmesi,
yabancı ülkelerin ithâlat kısıtlamalarına başvurmaması gerekmektedir.
Türkiye'de
1946, 1958 ve 1970 yıllarında istikrar programları çerçevesinde büyük
devalüasyon yapılmıştır. 1977-1980 arası belirli aralıklarla yapılan
devalüasyonlar o târihten bu yana günlük ayarlamalara dönüşmüştür. Ne
var ki, kambiyo denetimi hâlâ geçerli olduğundan günlük ayarlamalar,
para değerini piyasa şartlarına göre serbestçe belirlenmesi anlamına
gelmemektedir. Türkiye'de para birimi düşürülmesi işlemi, Türk
Lirası'nın Amerikan Doları karşısındaki değerine göre yapılmakta ve
çapraz kurlar, dolara göre belirlenmektedir. Ülkemizde en büyük
devalüasyon, % 221,4 oranıyla 4 Ağustos 1958'de gerçekleşmiştir.
Türkiye'de;
- 7 Eylül 1946 yılında %115,4 oranında,
- 4 Ağustos 1958 yılında %221,4 oranında,
- 10 Ağustos 1970 yılında %66,6 oranında,
- 21 Eylül 1977 yılında %10 oranında,
- 1 Mart 1978 yılında %29,9 oranında,
- 10 Haziran 1979 yılında %77,7 oranında,
- 24 Ocak 1980 yılında %48,6 oranında,
- 5 Nisan 1994 yılında %104 oranında,
- 23 Şubat 2001 yılında %40,6 oranında devalüasyon gerçekleştirilmiştir.
Osmanlı’da Devalüasyon (Tağşiş)
Osmanlı
Devleti’nin temel para birimi Akçe idi. Mangır veya Pul denilen bakır
paralar günlük alışverişte geçerliydi. Akçe gümüştendi. Büyük işlerde,
ihrâcatta, birikimde ise altın para kullanılırdı. Osmanlı önce başka
devletlerin altın parasını dolaşımda tuttu. XVII. yüzyıla kadar bu altın
sikkelerden en meşhurları “Yaldız Altını”, “Efrenciyye” denilen Venedik Dukasıdır. Mısır'dan gelen, Eşrefî denilen altınlar vardı.
Para
sistemi altın ve gümüşe dayanan bir sistemdi. Paranın değeri bu
mâdenlere göreydi. Altın ve gümüş fiyatı değiştikçe kur (sikke fiyatı)
değişiyordu.
Tağşişte
devlet dolaşımdaki sikkeleri toplar, bunların mâdeni içeriğini azaltır,
yeniden piyasaya sürerdi. XVIII. yüzyıla kadar bu işlem gümüş parada
yapıldı. 1580'in Akçesinde 0,61 gr olan saf gümüş, Orhan Bey'in ilk Akçelerinde 1,04 gramdı (%40'lık bir düşüş olmuştur).
Tağşişin
en sık görüleni devletin piyasaya daha fazla para sürerek ek gelir elde
etmesidir (hem devalüasyon, hem ek para basma). Mêmurların alım gücü
düşünce yeniçerilerle birlikte ayaklanıyorlardı. Beylerbeyi Vakâsı'nda para işleri sorumlusu Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa'nın kellesi istenmiş, pâdişah paşayı asmıştır.
Tağşişten
sonra fiyatlar yükselirken satın alma gücü düşer, hayat pahalılığı
artardı. Ayrıca yerli paranın bu düşüşüyle piyasaya Avrupa paraları girer, bir süre sonra onların da sahtesi ürerdi.
Akçenin
değeri gitgide düştü ve kullanılamaz hâle geldi. “Para” adıyla 3 Akçe
değerinde bir sikke basıldı. XVII. yüzyıl başında 120 Akçe değerinde
büyük gümüş Kuruş tedâvüle sürüldü. Temel para birimi Osmanlı Kuruş’u
oldu. Ama yüzyıl sonunda %80 devalüasyona uğramıştı.
Tağşişlerin
sonuçları: Devlet gelirlerinin önce artmış görünmesi sonra düşmesi,
yabancı sikkelere kaçış, kalpazanlık, devletin iç piyasalardan borç
almasını güçleştirme ve en önemlisi siyâsal muhâlefet. Devlet, yeniçerileri yok ederek tağşişe devam etti.
Osmanlı Devleti, parasal uygulamalarını Roma ve Bizans'tan, Ortaçağ İslam devletlerinden, Moğolların İran'da kurduğu İlhanlılar Devleti’nden, İtalyan kent devletlerinden İspanya'ya kadar, Akdeniz havzasının önde gelen sistemlerinden etkilenerek icrâ etmiştir.
İslam geleneğine bağlı bulunan Osmanlılar için sikke, hutbe
ile birlikte egemenliğin iki önemli simgesinden biri olmuştur. Altın ve
gümüş sikkeler ticârî bir meta hâlinde elden ele dolaştıkça,
hükümdarlığın gücünü ve otoritesini de ülkenin en ücra noktasına kadar
ulaşmasında etkili olmaktaydı. Osmanlılar, paranın bolluğu ve
piyasalardaki geçerliliği ile ticâret ve ekonominin canlılığı arasındaki
ilişkinin bilinci içerisinde olmuşlardır. Ayrıca Osmanlı Devleti, uzun
mesâfeli ticâret yollarının hâkimiyetini üzerlerine aldıktan sonra,
uluslararası ticâretin istikrârı için para düzenini korumaya özen
göstermişlerdir.
Balkanlardan Mısır'a, Kafkaslardan Mağrib'e kadar imparatorluğun geniş bir bölümü ile ticârî ilişkiler ağı geliştirilmiştir. XV. yüzyılın ikinci yarısında Doğu Akdeniz'deki ticâret yolları denetim altına alınırken, batıdan gelen altın ve gümüş akışını özendirdiler. Bu, Osmanlılara Selçuklulardan
mîras kalan bir uygulamaydı. Yâni, dışarıdan gelecek olan kıymetli
mâden akışı ile para arzının kaynağının daralmaması amaçlanıyordu. Yine
Osmanlılar, sarayda ve şahısların ellerinde bulunan altın ve gümüş
eşyânın yaygın şekilde kullanımını yasaklamış, bunların para hâlinde
kullanılması istenmiştir.
Bütün
geleneksel ekonomilerde olduğu gibi, Osmanlı ekonomisi de, mâdeni para
rejimine dayanıyordu. Para rejimimin temeli “Akçe” adı verilen saf
gümüşten kestirilen bir sikke üzerine kurulmuştur.
Mâdenî
sikke tedâvülünde ödeme imkânları, doğrudan doğruya mâdenin elde
edilmesine bağlıdır. Sikke basılan mâdenlerin azalıp çoğalması, para
arzını, fiyatları ve ticâret hacimlerini etkilemektedir.
Selçuklularda
olduğu gibi Osmanlılar da, birçok şehir ve kasabalarda pâdişah adına
para kesecek "darphâne" kurulmuştur. Darphâneler, genellikle önde gelen
ticâret ve şehir merkezleri ile mâden yataklarının yakınlarında
bulunmaktaydı. Anadolu'da; Bursa, Amasya, Ayasuluk, Konya, Canca (Gümüşhâne); Balkanlarda Serez, Sidrekapsi, Srebrenika, Novar önemli darphâne ve mâden merkezleridir.
Devlet
tarafından tespit edilen ve darphânelere gönderilen sikke
standartlarında, 100 dirhem "hâlis ayar" gümüşten kaç adet Akçenin darp
edileceği kânunnâmelerle belirtilmiştir. Akçenin üretimi esnâsında
gümüşün içine bakır ya da başka düşük, ucuz bir metal katmak kânunla
yasaklanmıştır. Her darphânenin yönetiminde, ulûfe ile veya iltizam
usûlü yetkili bir emin bulunmaktaydı. Emredilen miktardan Akçe
kesilmesini sağlayan "sâhib-i ayar" ve "üstad" gibi görevliler,
sikkelerin ayar ve ağırlıklarının standartlara uygun olup olmadığını
kontrol etmekle mükelleftiler.
Osmanlı
para târihinde, para sistemleri XVIII. yüzyıla kadar olan zaman
zarfında iki devre hâlinde değerlendirilmektedir. Bunlardan birincisi
gümüşe dayalı mono-metalist (tek mikyaslı) devre ki; bu dönem, 1300
yılından 1477'ye kadar “Akçeler dönemi” olarak bilinmektedir. İkinci
devre ise, altın-gümüş bimetalist (çift mikyaslı) devre; Osmanlı
Devleti'nin mâlî, iktisâdî ve siyâsal olarak güçlü olduğu, altın, gümüş ve bakır sikkelerden oluşan üçlü bir para sistemi geçerli olmuştur.
XVII. Yüzyılda Tedâvülde Olan Osmanlı Paraları
Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan önce ve kurulduktan bir süre sonrasına kadar Selçuklu ve İlhanlı sikkeleri kullanılmıştır. Osmanlılarda ilk sikke, devletin kurucusu Osman Bey (1299-1324) zamânında basılmıştır. Bu gümüş Akçenin her iki yüzünde de “Osman bin Ertuğrul”
yazılı olup, darp yeri ve târihi bulunmamaktır. Fakat üzerinde durulan
ortak nokta, Osmanlıların, İlhanlıların dağılmasından sonra, bağımsız
olarak ilk Osmanlı Akçesini, Orhan Bey döneminde 1326 yılında darp edilmiş olduğudur. Orhan Bey döneminde darp ettirilen ilk gümüş Akçelerin üzerinde "Orhan halledallahü mülkehü" (Allah mülkünü daim kılsın) veya "es-Sultân'ül a'zam Orhan bin Osman halledallahü mülkehü" gibi ifâdeler ile darp yeri olarak Bursa'nın adı geçmektedir. İlk basılan Akçe bir miskalin dörtte biri, yâni 6 kırat ağırlığındaydı. İlk bakır para da I. Murat döneminde; “Sultânî” adı verilen ilk altın para ise Sultan II. Mehmet döneminde 1478 yılında darp edilmeye başlanmıştır. Ancak yine Fâtih döneminde, İstanbul, Edirne ve Üsküp'te “Frengî Filori” (duka), ‘Tutulî Filori’ (Cenova altını) ve “Eşrefiye” (Mısır altını) gibi yabancı altın paralar da darp edilmiştir.
Altın Paralar
Osmanlı’nın Kuruluş Dönemi
olarak nitelendirilen ilk 150 yıllık dönem içerisinde gümüş Akçe
özellikle yerel işlemlerde ekonomiye ve devlete bir hayli kolaylık
sağlamıştır. Ancak, toprakların genişlemesi ve ticâret yollarının
denetim altına alınması ile tüm Doğu Akdeniz'de
kabul görecek bir ödeme aracının oluşturulması ve piyasalarda kabul
görmesi gerekmekteydi. Bu yüzden Osmanlılar altın parayı darp ettirmeyi
gerekli görmüşlerdir.
Ortaçağ boyunca gümüş paraya bağımlı kalan Avrupa, XIII. yüzyıldan îtibâren ticârette etkin olan İtalyan kent devletleri sâyesinde altın sikke kullanımını yaygınlaştırmalardır. Özellikle, Venedik Dukası ve Floransa Filorisi en önemli Avrupa altın paralan durumundaydı. XV. yüzyıl ortalarına gelindiğinde Venedik Dukası yalnızca Akdeniz'de
değil, o dönemin uluslararası ticâretinde en yaygın olarak kullanılan
altın parası durumundaydı. Venedik Dukası Osmanlı piyasalarında da prim
yapan ve tutulan bir sikke olmuştur. Fakat bu para, cârî işlemlerde
kullanılmayıp, yalnızca hesaplama işlemlerinde, vergi veya haraç tahsîlâtında, servet saklama gibi durumlarda da kullanılmıştır.
Fâtih, İstanbul'un Fethi'nden hemen sonra, elde edilen ganîmetlerden yararlanarak altın para basma tecrübesine girişti. Bu dönemde basılan Osmanlı altın paralan, Venedik ve Ceneviz
altın paraları örnek alınarak darp edilmekteydi. Osmanlılar kendi
adlarına bastırdıkları "Sultânî" veya "Hasene-i Sultâniye" adını
verdikleri altın sikkeleri ilk kez 1477-78 yılında İstanbul'da bastırdılar. Darp ettirilen ilk altın sikkenin ayar ve çapında Venedik Dukası standart olarak alınmıştır.
Sultanî üretimi I. Selim'in saltanâtı yıllarında, Doğu Anadolu'da, Suriye ve Mısır'da darp ettirilmiş ve Kânûnî döneminde üretim bakımından önemli artışlar göstermiştir. Bu dönemde, Balkanlarda Sidrekapsi ve Kratova'daki darphâneler ile İstanbul ve Kâhire önemli altın sikke üretim merkezleri olmuştur.
Osmanlılar, Sultânî’nin yanında Memluklar tarafından 1425 yılından beri kullanılan ve I. Selim'in Mısır'ı fethi ile Osmanlı piyasalarında da tedâvül eden, "Eşrefî" veya "Şerefî Altun" adı verilen parayı da kullanmışlardır. Ayrıca Venedik altınından daha düşük değerli olan "Macar Altunu" veya “Engürüs
Altını” olarak tanımlanan Macar altın sikkeleri de kullanılmaktaydı.
Yine az da olsa bu dönemde, Alman Dukası ve Hollanda Dukası da yabancı
altın sikke olarak kullanılmıştır.
Gümüş Paralar
XVI.
yüzyılın büyük bir bölümünde yaklaşık 0,7 gr. ağırlığında kalan gümüş
Akçe, Osmanlı para düzeninin temel taşını oluşturmuştur. Akçe, yüzyılın
son yıllarına kadar tedâvül eden ve küçük ücretler, gündelik
alışverişler için kullanılan para olmuştur. Akçe (Osmânî) aynı zamanda Anadolu ve Balkanlarda en
önemli hesap birimi hâlindeydi. Küçük ve orta ölçekli parasal
büyüklükler ile daha büyük parasal miktarların önemli bir bölümü Akçe
ile ifâde edilmiştir.
XVII. yüzyılın sonunda Akçe reel para olarak dolaşımdan kalkmış ve yalnızca mâliye servislerinde
muhâsebe sikkesi olarak kullanılan bir değer birimi hâline gelmiştir.
Bu yüzyıl içerisinde Akçe, “Beyaz Akçe”, “Çil Akçe”, “Sağ Akçe” gibi
adlandırmaların yanı sıra; düşük ayarlı ve tağşiş edilmiş olan, içine
bakır karıştırılmış sikkeleri ifâde eden; “Kalb-i Zayuf Akçe”, “Mağşuş
Akçe”, “Kızıl-Kırpık Akçe” ve “Füls-i Ahmer” gibi tanımlamalarla da
ifâde edilmiştir.
Büyük gümüş sikkeler (Guruş) ilk defâ II. Süleyman devrinde bastırılmıştır. Fiîlen ilk Osmanlı Guruşu 1687/88'de darp edilmiş ve ağırlığı İstanbul vezni ile 6 dirhem (19,24 gr.), ayarı binde 898 olarak tespit edilmiştir.
XVI. yüzyılda değerli mâdenlerin bollaşması ile Avrupa'da
“Testoon” adı verilen ve ağırlıkları 7 ile 9 gram arasında değişen
gümüş sikkeler, daha sonra Taler veya Crown adı verilen 25-30 gramlık
büyük gümüş sikkeler piyasaya sürülmeye başlandı. Özellikle Amerika Kıtası’nın keşfinden sonra Meksika, Peru menşêli Sevilla sikkeleri,
Avrupa ülkeleri ve Osmanlı topraklarında yaygınlaşmıştır. “Tam” veya
“Kâmil” unvânı ile anılan, Riyalî sekizlik İspanyol Guruşları kısa bir
sürede halk arasında ve devletin mâliye bürolarında büyük bir îtibar
kazanarak piyasalara hâkim olmuştur. Yine bu dönemde en çok tutulan bir
diğer sikke de, Hollanda parası olan ve üzerindeki aslan figüründen
dolayı “Esedî Guruş” ya da "Arslanî Guruş" adı verilen paralardır.
Sağlam, emin ve değerli mâden içeriği ile iyi bir ağırlıkta olan bu
para, XVI. ve XVII. yüzyıllarda yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Bir
diğer yabancı gümüş para da Polonya sikkesi olan "Zolata" veya "İsolette" dir. İlke olarak Polonya sikkesi olmasına rağmen Venedikliler, İngilizler ve Hollandalılar tarafından taklit edilmiştir. Genellikle İstanbul'da kabul görmüş, pek yaygın olmayan bir para birimidir.
Osmanlı
Devleti, fetihlerle kendisine dâhil edilen eyâletlerdeki mahallî
paraların da kullanılmasına müsâade etmiştir. Bunlar "Karaca Akça",
"Şahrûhî", "Tenge", "Tengce", "Hasanbegî" adıyla anılan sikkeler olup
bir müddet sonra tasfiye edilmişlerdir. Ayrıca, Bağdat ve Basra
darphânelerinde "Lari" ve "Muhammedî" denilen gümüş sikkeler darp
edildiği gibi, Trablusgarp, Cezâyir ve Yemen'de mahallî gümüş paralar tedâvül edilirken, Budin'de "Penz" geçerli olmuştur. Bunların hâricinde Mısır'da
kullanılan "Müeyyidî" veya "Medin" (nifsi fidda), "Pare" adı verilen
gümüş sikkeler de kullanılmıştır. Bu para daha sonraları Diyarbekir ve Canca (Gümüşhâne)
darphânelerinde de bastırılmıştır. Bilhassa Pare, Osmanlı para
sisteminde çok önem kazanarak, XVII. yüzyılın sonlarına doğru Akçanın
yerini almıştır.
Bakır Sikkeler
Osmanlı
para sisteminin en alt basamağında yer alan bakır para, bünyesinde
barındırdığı mâden içeriğine göre değil, devletin tespit ettiği değerler
üzerinden işlem görmüş olan sikkeler grubundandır. Osmanlılar ilk bakır
sikkeyi I. Murat döneminde
bastırmışlardır. Bu paralara "Mankur", "Mangur" denildiği gibi,
“Sikke-i Nühasiye” veya "Kızıl Mangır" adı da verilmiştir.
Mangırlar,
XV. ve XVI. yüzyılın ikinci yarısına kadar günlük alışverişlerde
oldukça işe yaramışlardır. Meselâ, 1 okka (1280 gr) ekmeğin 1 Akçe
olduğu dönemde, günlük ihtiyaçların karşılanması için bakır paralara
ihtiyaç duyulmuştur. Fakat sikke tashihleri ile değerini ve satın alma
gücünü kaybeden Akçe karşısında bakır paralar XVII. yüzyıl içerisinde
kullanılmamışlardır.
1630'lardan
1680'lerin sonuna kadar olan dönemde bakır sikke üretimi yapılmamıştır.
Bunun çeşitli sebepleri olmakla birlikte, idârî ve teknolojik nedenleri
daha ağır basmaktadır. Devlet, taşrada bakır sikke basma hakkını
müzâyede yoluyla özel girişimcilere satmaktaydı. Mangırların îtibârî
değeri Akçenin kesirleri olarak belirlendiği için, sikke tashihleri ile
bu değerler üretim mâliyetlerine yansımış ve bakır sikke üretimi de özel
girişimciler için kârlı bir iş olmaktan çıkmıştır. Bu durum karşısında
bakır (Mangır) sikke üretimi yapılamamıştır.
Yüzyılın sonlarına doğru devlet, çeşitli mâlî sıkıntılarla
karşı karşıya kalınca, 1688'de bakır para basımını yeniden
ele almıştır. 1 okka arı bakırdan 800 Mangır kesilmiş ve 2 Mangır 1
Akçeye gelecek şekilde ayarlanmıştır. Mangırlar halk arasında bu dönemde
büyük îtibar kazanmış ve değeri 1 Akçeye kadar çıkarılmıştır. Daha
sonraları kalpazanların sahte Mangırları piyasaya sürmesi ve tüccarların
bu iş üzerinden para kazanmaya çalışmaları ile halkın bakır paraya olan
güveni sarsılmış, kısa bir süre sonra da tedâvülden kaldırılmıştır.
Daha sonraki zamanlarda yeniden bakır sikke basımı gerçekleşmiş ve
XVIII. yüzyılın ilk yıllarından îtibâren ihtiyaçlar doğrultusunda daha
da artarak devam etmiştir.
XVII.
yüzyılın son dönemlerinde tatbik edilen bakır para basımı, devletin
uzun dönemli bir para reformu yapabilmesi için gerekli finansman kaynağı
sağlamıştır. 1589’dan îtibâren 1640'lı yıllara kadar yapılan sikke
tashihleri ile bozulan Osmanlı para düzeni, yüzyılın sonlarına doğru
yeni bir düzenleme ile Akçenin yerine büyük boy sikkelerden oluşan
"Guruş" adı ile anılacak olan bir para birimi meydâna getirilecektir.
Sikke Tashihleri Sikke Tecditleri Dönemi
Osmanlı pâdişahları tahta geçer geçmez ilk iş olarak kendi adlarına hutbe okutup,
sikke kestirirlerdi. Sultan, kendi adına kestirdiği yeni Akçeleri
tedâvüle çıkardığında selefine âit Akçelerin tedâvülünü de
yasaklamaktaydı. Eski Akçe yasağı kararı, tedâvüldeki bütün paraların
yeniden darphâneden geçmesi ve darphânelerin yoğun bir çalışma dönemine
girmesi demekti. Osmanlı hükümdarları; I. Bayezit'ten başlayarak, mâlî bir
tedbir olmak üzere, devlete gelir sağlamak için hareket etmişler ve
eski Akçeleri yasaklayarak yenilerini tedâvüle çıkartmışlardır ki buna,
"sikke tecditleri" adı verilmektedir. Sikke tecditleri ve eski Akçe
yasakları ile hazîneye, darphâne hakkı ve darp ücretlerinden elde edilen
bir gelir de sağlanmaktaydı. Bu geliri belli bir sürelerde elde etmek
ve zaman zaman kendini gösteren hazîne darlığına çâre olmak endişesi,
sultanları bir cülus hâdisesi olmadan da sikke tecdîdi politikasını uyguladıkları görülmüştür. Nitekim II. Mehmet’in bu politikaya defâlarca başvurduğu bilinmektedir.
Fâtih,
sikke tecdîdi ile birlikte Akçeyi tağşiş ediyor, yâni ağırlığını (48
mgr) düşürüyor ve böylece ufak çaplı bir devalüasyon kârını da hedef
almış oluyordu. Fâtih, bu tağşiş uygulamalarını, 1444 yılındaki ilk
cülûsunda, 1451 yılındaki ikinci cülûsunda, daha sonra 1460/61, 1470/71,
1475/76 ve 1481 yıllarında gerçekleştirmiştir. Fâtih'in saltanâtı
sırasında tağşişlerin düzenli bir vergi hâline dönüştürüldüğü ve merkezî
hazînede büyük rezervler birikmiş olsa dahî, tağşiş uygulamasından
vazgeçilmediği anlaşılmaktadır.
Tağşişlerden en fazla zarar gören kesimler ise, Akçe üzerinden sâbit ücret alan, yeniçeriler ve devlet görevlileri olmuştur. Nitekim Fâtih'in ilk kez tahta çıktığında uygulanan tağşiş işleminden sonra maaşlarını, ağırlığı ve gümüş içeriği düşük paralarla alan yeniçeriler, başkent Edirne'de bir tepede toplanarak isyan
girişiminde bulundular. Gelen tepkiler karşısında geri adım atmak
zorunda kalan Fâtih, yeniçerilerin günlük ücretlerini 3 Akçeden 3,5
Akçeye çıkarmak zorunda kalmıştır. Bu nedenden dolayı bu isyan târihte "Buçuktepe Vakâsı" olarak bilinmektedir.
Tağşişler,
yönetici sınıf içinde, hoşnut olmayan çeşitli fraksiyonlar için
mücâdeleyi sokağa dökme fırsatı veriyordu. Bu olaydan sonra Fâtih, tahtı babası II. Murat’a bırakmak zorunda kalmıştır. II. Mehmet’in 1451 yılında ikinci kez tahta çıkmasından sonra da tağşiş uygulamalarına devam etmiştir. Bu dönemde uygulanan fetih politikalarının başarılı olması yeniçerilerin ve diğer toplumsal kesimlerin muhâlefetini engellemiştir.
II. Mehmet'in ölümünden sonra II. Bayezit'in Cem Sultan'ı
saf dışı ederek tahta geçebilmesi için, babasının saltanâtı sırasında
gücendirdiği kesimlerle anlaşarak, toprakların bir bölümünü geri verdiği
gibi, tağşişlerden vazgeçeceğine ve bir defâdan fazla para
basmayacağına dâir vaatte bulunmak zorunda kalmıştır. Her ne kadar
Bayezit bu vaadi vermek zorunda kalmışsa da, bu dönemde Akçe yasakçıları
ve gümüş arayıcıları görevlendirilmiş, ancak politikada aşırılığa
gidilmemiştir. Nitekim 1491'de yapılan ufak bir para ayarlaması olaysız
geçmiştir.
1491'den
1565'e kadar geçen süre içerisinde tecdîd-i sikke operasyonuna gerek
duyulmamıştır. Bunun nedeni, bu dönem içinde Osmanlı hâkimiyeti altına
giren Mısır ve Doğu Akdeniz'in,
hazîne gelirlerinde meydâna getirdiği nispî bir bolluğun yaşanması
olmuştur. Fakat 1565’ten sonra paranın yeniden ayarlanması bir zarûret
hâlini aldı ve 100 dirhem gümüşten 420 yerine 450 Akçe kesilmesine karar
verildi. 1566'da Kânûnî'nin
ölümüne kadar gerek ağırlık, gerekse kıymet bakımından istikrârını
koruyan Akçenin değeri bu târihten îtibâren devamlı tağşişlerle
azaltıldığı gibi, bir taraftan da tedâvülde bulunan kalb ve kırkılmış
Akçelerin sahihlerinden fazla olması, Akçeye olan îtimâdı da sarsmıştır.
Aslında
bu dönemden îtibâren devlet teşkîlâtında ortaya çıkan bozukluklara
paralel olarak, sikke usûlünde de ciddî problemlerle karşı karşıya
kalınmıştır. Özellikle III. Murat döneminde daha da artan devlet masraflarıyla birlikte hissedilen para sıkıntısı kalpazanlık, hîlekârlık, rüşvet
gibi faâliyetlerin de yoğunlaşmasına yol açmıştır. Bununla birlikte
kalp para basanlar, Akçenin kenarını yontarak içerisindeki gümüş
miktarını çalan veya kırpmak sûretiyle yapılan azalmalar sonucu, resmî
fiyatı 60 Akçe olarak tespit edilen altının, halk arasında 80 veya 100
Akçeye kadar yükselmesine yol açmıştır. Ayarı bozuk paralar, çarşı ve
pazarlardaki eşyâ ve yiyecek fiyatlarını ölçüsüz bir şekilde arttırmış,
ihtikâr ve karaborsa kazançları, toplum içindeki huzursuzlukların
doğmasına yol açmıştır.
Yine
bu dönemde, Amerikan menşêli kıymetli mâdenlerin, özellikle gümüşün
Osmanlı ülkesine yoğun bir şekilde girmesi sonucu, gümüşten mâmul
Akçenin altın karşısında değer kaybetmesine yol açmıştır. Paranın
sürekli değer kaybetmesi, özellikle ellerinde büyük para stokları
bulunan sarrafları kalpazanlık ve spekülasyon faâliyetlerine yönelmesine
sevk etmiştir. Bu işlerde ise özellikle Yahudilerin rolü çok büyük olmuştur.
Osmanlı
Devleti, Akçenin piyasalarda kabul görmesi için dâimâ sahih olması
şartını aramıştır. Devlet, gerek kalpazanlık gerekse Akçe kırkıcılığının
tâkibini ve kontrolünü yapamaması nedeniyle, neredeyse tedâvüldeki
paralar bozuk, kırkık veya tağşiş edilmiş duruma gelmiştir. Bu yüzdendir
ki devlet "sikke tashîhi" denilen ameliyelerle Akçenin kıymetinde
ayarlamalar yapmayı gerekli görmüştür.
Sikke Tashihleri ve Mâhiyeti
Sikke
tashihleri, herhangi bir nedenle tedâvülde bulunan paranın ayar ve
ağırlığı standart olmaktan çıkıp, resmî fiyatları ile piyasa fiyatları
arasındaki farkın artması sonucu devletin parayı standart hâle getirmek
için giriştiği faâliyetlere denilmektedir. Bu da, tedâvülde bulanan
vezin ve ayarı bozuk paraları toplayarak, yerine bir önceki kânûnî
vezinden, genellikle daha düşük bir ağırlıkla, yeni bir paranın
çıkarılması sûretiyle yapılırdı.
Sikke
tashihlerinin başlıca iki sebebi bulunmaktadır: Bunlardan birincisi,
Akçenin ayar ve ağırlığında meydâna gelen azalmalar yâni para
devalüasyonları; ikincisi, altın karşısında Akçenin değer kayıplarıdır.
Akçenin
ayar ve ağırlığı, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan İstanbul'un Fethi'ne
kadar 1 gr civârında ve ayarı da 90 olacak şekilde korundu. Ancak II. Mehmet döneminde sistemli bir tağşiş politikası ile ağırlığı düşürülmüştür. Fâtih'in son dönemlerinde 100 dirhem gümüşten 400 adet kesilen Akçenin ağırlığı 0,731 gr civârındaydı. II. Bayezit döneminde Akçenin vezni, 100 dirhem gümüşten 426,5 adet, Yavuz Selim döneminde 100 dirhemden 400 adet, Kânûnî'nin ilk yıllarında 100 dirhemden 457 adet, II. Selim döneminde 100 dirhem gümüşten 525 adet, III. Murat döneminde
ise 100 dirhem gümüşten 800 adet kesilmesi ile 0,384 grama kadar
gerilemiştir. Akçenin kıymet kaybı bununla kalmamış 100 dirhem gümüşten
1.200 hattâ 2.000 züyuf Akçeye kadar çıktığı görülmüştür.
Tashihlerin
ikinci bir nedeni de; Akçe, gram gümüş cinsinden fazlasıyla küçülürken,
altının Akçe karşısında aşırı değer kazanmasıdır. II. Murat döneminde 36 Akçe olan Filori Altını, Fâtih'in son zamanlarına doğru 46-47 Akçeye, 1497'de 55 Akçeye yükselmiştir. I. Selim ve Kânûnî döneminde
Sultânî ve Filori’nin değeri 55 Akçe olarak sâbit kalmıştır. 1566'dan
îtibâren 60 Akçeye yükselen altın, 1585'te 110 Akçeye, 1586'da 120
Akçeye kadar yükselmiştir. Bu dönemde, Avrupa paraları
da (Esedî Guruş, Riyalî Guruş) Akçe karşısında değer
kazanmıştır. 1585'e kadar 40 Akçe olan Guruş bu târihten sonra 65
Akçeye, 1586'da iki kat kıymet kazanarak 80 Akçeye kadar yükselmiştir.
Sikke Tashihleri Dönemi
Osmanlı
para târihinde XVII. yüzyılın ortalarına kadar; 1589, 1600, 1618, 1624
ve 1640 yıllarında olmak üzere, beş defâ sikke tashih operasyonu
yapıldığı bilinmektedir. Akçenin standartlaştırılması için ilk teşebbüs III. Murat devrinde olmuştur.
1585 yılında %62,5, 1588 yılında ise %23 nispetinde olmak üzere iki
para ayarlaması yapılmıştır. 1585 yılında yapılan bu ayarlama Akçe
târihindeki ilk büyük devalüasyon olarak bilinmektedir. Fakat eski
Akçelerin tedâvülden kaldırılıp, yerine süratli bir şekilde yenilerinin
çıkartılamaması ve Akçenin altın karşısında aşırı değer kaybı, yapılan
ayarlamaların sonuçsuz kalmasına yol açmıştır. Nitekim bu sıralarda
tedâvülde bulunan "sağ Akçeler" ya piyasadan çekilmiş ya da kırkılmış
bir vaziyete gelerek, altın fiyatlarının 135-150 Akçeye çıkmasına neden
olmuştur.
Bu
duruma bağlı olarak eşyâ ve yiyecek fiyatları da nispetsiz bir şekilde
yükselmiş, fırsattan yararlanan ihtikâr erbâbı karaborsa fiyatlarla
cebini doldurarak, halk ve sâbit gelirlileri soymaktaydı. Gelişen bu
hâdiseler karşısında devlet, sikke râyiçlerinin belirlenmesi ve düzene
girmesi için tashîh-i sikkeyi gerekli görmüştür.
1589 Yılında Yapılan Sikke Tashîhi
İlk sikke tashîhi 1588 yılında, Rumeli Beylerbeyi, aynı zamanda musâhib-i şehriyârî ve nâzır-ı emval olan Doğancı Mehmed Paşa'ya havâle edilmiştir. Sikke tashîhinin, Fâtih devrindeki
tatbîkâta uyularak yapılması, yâni piyasadaki bütün paraların
toplatılarak, yenilerinin piyasaya sürülmesi esâsına dayanmakla
birlikte, bunun yapılabilmesi için sermâyeye ihtiyaç duyulmuştur. Bunun
için Mehmed Paşa, bir taraftan İstanbul Darphânesi’nin verimini arttırmak için taşra darphânelerinden üstatlar ve âletler talep ederken, diğer taraftan da İran Harpleri
ile boşalan hazîneye yük olmamak için halktan, "resm-i tashîh-i sikke"
adıyla bir vergi toplattırmıştır. Mehmed Paşa bu vergiden 1.000 yük Akçe
gelir elde etmiştir. Sikke tashîhinin yapılması gerekli olmakla
birlikte, bu iş için bir verginin konulması doğru olmamış, zâten tashih
işleminin bizatihi kendisi bir vergi olduğu için, ikinci bir vergi
halkın tepkisine yol açmıştır.
Ayrıca Mehmed Paşa, İstanbul'da çarşı ve pazar esnafından "muâvenet-i tashih Akçesi" ile topladığı salgınlardan, Sırçasaray'da yeni Akçeler kestirmek için teşebbüse geçmiştir. Ancak halk ve askerler Cedit Akçelerin çıkmasını beklerken, yeniçeri ulûfelerinin Cedit Akçe yerine hürde ve züyuf Akçe ile ödenmesi, kapıkullarının
bu paraları halka ve esnafa zorla kabul ettirmeye çalışmaları, umûmî
bir huzursuzluğa yol açmıştır. Bundan dolayı 2 Nisan 1589’da büyük bir isyan hareketi meydâna gelmiştir. Târihlerde "Beylerbeyi Vakâsı" olarak geçen bu hâdisede Mehmed Paşa parayı tashih edemeden, Defterdar Mahmud Efendi ile birlikte îdam edilmişlerdir. Mehmed Paşa'nın katlinden sonra sikke tashîhi işi Koca Sinan Paşa *'ya
havâle edilmiş ve böylece 1588'de başlayan tashih 1589 yılında
tamamlanmıştır. 1589'da yapılan bu ayarlama ile, 1586'da olduğu gibi,
100 dirhem gümüşten 800 adet Akçe kesilmesi ve Akçe ağırlığının 0,384 gr
olması kabul edilmiştir. Altının resmî kuru 120 Akçeden, gümüşün
râyicinin de 80 Akçeden alınıp satılması emrolunmuştur. Ancak bu
düzenlemeden kısa bir süre sonra, Akçenin piyasa râyiçleri muhâfaza
edilememiştir. Tedâvüle çıkartılan yeni Akçeler yine kırkıcılar
tarafından kırkılmış ve devalüasyondan önceki durumlara geri dönülmesine
yol açmıştır.
1600 Yılında Yapılan Sikke Tashîhi
Milletlerarası
mâden hareketleri, uzun süren ve ganîmet getirmeyen harpler, ticârî
faaliyetlerin hacim ve sûretindeki değişimler, nüfus artışlarına bağlı
olarak fiyatların durmadan yükselmesi, Akçenin tespit edilen
değerlerinin korunmasını imkânsız kılmıştır. Bundan dolayı, 1598'de
altın 150; Guruş 100 Akçeye, 1599'da altın 160, Guruş 110 Akçeye,
1600'de altın 180 daha sonra 220 Akçeye kadar yükselmiş ve dolayısıyla
yeni bir sikke tashîhi gerekli görülmüştür.
Devlet,
piyasadaki ayarı bozuk ve kırkılmış paraları toplatıp, onların yerine
ayarı sahih ve standart Akçe çıkartmayı düşünerek, tashih görevini Yemişçi Hasan Paşa *'ya
tevdî etti. Yeni sikkeler 14 Eylül 1600 târihinde tedâvüle çıkartıldı.
Bu düzenleme ile 100 dirhem gümüşten 950 Akçe darp edilmesi, altının 120
Akçeye, kâmil Guruşun 80 Akçeye, Esedî Guruşun 70 Akçeden muâmele
görmesi emredilmiştir. Düzenlemeden sonra ayrıca, yeni fiyatları içeren
bir narh cetveli hazırlanarak, çarşı ve pazarlarda tatbik edilmek üzere îlan edilmiştir.
1618 Yılında Yapılan Sikke Tashîhi
II. Osman döneminde yapılan üçüncü sikke tashîhi için, Darphâne Nâzırlığına tâyin edilen, Şıkk-ı Sânî Defterdârı Bekir
Efendi görevlendirilmiştir. Kendisine bu düzenleme için gerekli olan 10
kese altın, sermâye olarak verildi. Tedâvülde bulunan kem ayar ve eksik
vezinli Akçelerin toplattırılarak yeni Akçelerin kestirilmesi ferman
olunmuştur. Bu amaçla, imparatorluğun diğer yerlerinde faâliyetleri durdurulan darphânelerin açılması da emrolunmuştur.
Bu
tashih işlemi ile 100 dirhem gümüşten 1.000 Akçe, yâni bir dirhemden 10
Akçe darp edilmiştir. Altının kıymeti ise 120 Akçe olarak tâyin
edilmiştir.
Ebubekir
Efendi yeni Akçeleri tedâvüle çıkardığında, eskilerin kullanılmasını da
yasaklamıştır. Ancak, daha sonra yeterli mâdenin tedârik edilmesindeki
zorluklar nedeniyle eski Akçelerin "sahîhü'l-ayar" veya "tamü'l-ayar"
olanlarının tedâvülüne izin verilmiştir. Yine bu ayarlamayla birlikte 10
Akçe kıymetinde "Osmânî" adı verilen onluk Akçeler de tedâvüle
çıkartılmıştır. 10’luk Osmânî Akçeleri halk arasında "Bekir Efendi
Akçesi" olarak anılmıştır.
II. Osman
dönemindeki tashîh-i sikke işleminin de sağlam temellere
dayandırılmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim bu ayarlamadan hemen sonra,
piyasalardaki altın fiyatları tekrar yükselmeye başlayarak; 1620 yılında
150-170 Akçe, 1621'de 160-200, 1622'de 170-200; 1623'te 200-270, 1624
yılının Mart-Nisan aylarında 310'a, Temmuz'da 340'a, Ekim 1624'te 400
Akçeye kadar yükselmiştir.
Altın fiyatlarındaki bu anormal yükselişler karşısında, yeni bir sikke ayarlaması zarûreti doğmuştur.
1624 Yılında Yapılan Sikke Tashîhi
IV. Murat
döneminde yapılan bu dördüncü tashihte, Akçenin vezni önceki
ayarlamalara bağlı kalarak yapılmıştır. 1618'deki ayarlamadaki gibi 100
dirhem gümüşten 1.000 Akçe kesilmiştir. Sikke tashîhi işiyle Mere Hüseyin Paşa *
görevlendirilmiş olup, kendisine bu iş için, harem dâiresinde bulunan
matbah takımları, altın vazolar, gümüş eğer takımları darphâneye
gönderilerek, 100.000 Guruş’luk sermâye têmin edilmiştir.
Sikke tashîhi ile altın 120 Akçeye; Tam (Kâmil) Guruş 80 Akçeye; Esedî Guruş’u 70 Akçeye; Zolota 50 Akçeye; Babka 6 Akçeye; Mısır Paresi 3 Akçeye gelecek şekilde tedâvül edilmesi emrolunmuştur.
II.
Osman döneminde darp edilen 1 dirhemlik 10’luk Osmanîler o sıralarda
çok tağşiş edildiğinden dolayı rağbet görmüyordu. Bu nedenle Osmânîlerin
de Mısır Paresi gibi 3 Akçeye tedâvül edilmesi uygun görülmüştür.
Akçenin
1624'te tespit edilen râyiçler üzerinden işlem görmesi uzun süre devam
edememiş, nitekim daha 1626'dan îtibâren altın 130 Akçeye, 1627'de 180
Akçeye, 1630'da 200, 1632'de 220, 1635'te 240, 1638-1640 arasında da 250
Akçeye kadar yükselmiş durumdaydı. Bu durum fiyatlara da menfî yönde
yansıtıldığından dolayı halk büyük bir sıkıntı içine düşmüştür. Bundan
ötürü devlet, yeni bir sikke ayarlaması yapmak zorunda kalmıştır. Bu da,
Sultan İbrâhim'in saltanâtının ilk yıllarında gerçekleşmiştir.
1640 Yılında Yapılan Sikke Tashîhi
Kemankeş Kara Mustafa Paşa *'nın sadrâzamlığı
döneminde yapılan bu sikke tashîhinde de, 1618'de ayarlanan sikke
râyiçleri esas alınmıştır. 100 dirhem gümüşten, 10 tânesi 1 dirhem
gelecek şekilde 1.000 adet Akçe darp edilmiştir.
Darphâne
Nâzırlığına tâyin edilen Şıkk-ı Sânî Defterdârı Hasan Efendi tarafından
yeni Akçeler kestirilerek, kapıkullarının bayram mevâcibleri
de (Ocak 1641) Cedit Akçeler ile ödenmiştir. Ayrıca, bir ve yarım
dirhem ağırlığında "onluk" ve "beşlik" gümüş sikkeler de darp edilerek,
onluk sikkeler "İbrâhim Şâhî" adıyla anılmışlardır.
Sikke ayarlaması ile altının 120 Akçeden muâmele görmesi emredilerek, bu râyiçler temel alınarak yeni narh listeleri düzenlenmiştir.
1565-1640
yıllan arasında yapılan muhtelif sikke tashihleri nedeniyle, Osmanlı
para târihinde bu döneme, “sikke tashihleri dönemi” adı verilmiştir.
Yapılan sikke tashihlerini değerlendiren Halil Sâhillioğlu "devlet,
tedâvüldeki nakit fiîlen bozulmuş ise, ister mevcut durumu esas alarak
tashîhe girişir yâni para ayarlamasını resmen tanır, isterse bozulmadan
evvelki esaslara döner. Bu açıdan bakıldığı zaman, 1586-1600 ve 1618
ayarlamaları enflasyon veya stabilizasyon, 1624-1641 tashihlerinin de
deflasyon" mâhiyeti taşıdığını belirtmektedir.
Akçenin
sürekli devalüasyonlar netîcesinde değer kaybetmesi fiyatların; kırkık
ve ayarı bozuk Akçelerin çeşitlerine göre; anormal şekilde yükselmeler
göstermesi, halkın şikâyetlerini de berâberinde getirmiştir. Paranın
bozuk olduğu dönemlerde, alıcı ile satıcı arasında çeşitli sorunlar
çıkmıştır. Çeşitli alışveriş işlemlerinde satılan bir malın değeri,
paranın satış günündeki râyicine göre hesaplanıp sâbitleştirildiği
hâlde, borcun ödeme gününe kadar geçen süre içinde, para râyicinin sâbit
kalmamasından dolayı alıcı borcunu, paranın ödeme günündeki râyici
üzerinden vermek istemektedir.
Bu
durumda ise genellikle, para kurundaki farktan dolayı satıcı zarar
etmektedir. Ya da tashih işleminden önce yapılan alım satımda, tashihten
sonra satıcının Cedit Akçe talep ettiği, alıcının ise züyuf Akçe
vermeye çalıştığı görülmüştür.
Tashîh-i
sikke işleminden sonra, kimi alışveriş işlemlerinde züyuf Akçe ile mal
satan birisinin, yeni Akçenin darp edilmesinden sonra, sattığı mala
karşılık daha önce aldığı züyuf Akçeyi vererek, yerine Cedit Akçe talep
ettiği olmuştur.
Para
râyiçlerinin sürekli değişmesinden dolayı, senet niteliğindeki
belgelerde, alınan veya satılan bir malın değeri belirtilirken,
alışveriş sırasında kullanılan Akçenin satış günündeki râyici
belirtilmeye başlanmış ve bu durum "râyicü'l vakt" terimiyle ifâde
edilmiştir.
Tashîh-i
sikke kararından sonra devlet, nakdî vergilerin toplanması esnâsında
paraların, altın (basene), Kâmil Guruş veya Esedî Guruş gibi sağlam
paralarla alınmasını talep ederek, Akçenin sağ ve cedit olmasına özen
göstermiştir.
Tashihlerin
bir etkisi de, Akçenin değer kayıplarına bağlı olarak fiyatların
mütemâdiyen yükselmesi ve satılan malların fiyatlarında dalgalanmalara
yol açmasıdır. Bu nedenle Akçe ayarlamaları yapıldığında, eşyâ fiyatları
yeniden tespit edilerek genel narh
listeleri hazırlanmıştır. Nitekim 1584 ayarlamasından sonra Koca Sinan
Paşa böyle bir narh listesi hazırlatmıştır. 1600-1640'ta yapılan
ayarlamalardan sonra da yeni narh listeleri düzenlenmiştir.
Paranın değer kaybından en fazla zarar gören kesimler Akçe üzerinden sâbit ödeme bekleyenler olmuştur. Lonca üyeleri, esnaf, küçük tüccarlar, zanaatkârlar da olumsuz yönde etkilenmekteydiler. Ulufelerin mağşuş Akçe ile verilmesi yeniçerilerin sık sık isyan etmesine yol açmış ve askerî ayaklanmalar netîcesinde devlet, mâlî ıslahatlar ve sikke tashihleri yolu ile Akçenin kıymetini muhâfaza etmeye çalışmıştır.
1588'den
1640'lara kadar yapılan tağşişlerle, Osmanlı parasının temel birimi
olan Akçe oldukça küçülmüş ve günlük işlerde kullanılması son derece güç
bir sikke hâline gelmiştir. Yarım yüzyıl kadar süren bu istikrarsızlık
dönemi ile gümüş sikkelerin günlük işlerde kullanılamaz hâle gelmeleri,
Osmanlı piyasalarında büyük boy Avrupa sikkelerinin
kullanımını yaygınlaştırmıştır. Nitekim para ayarlamaları ve Akçenin
alım gücündeki kayıpları önlemek için halk, yabancı para ile alışveriş
yapmayı tercih etmiştir. Devlet merkezine yakın olan Ankara, Konya gibi
bölgelerde devletin otoritesinin etkisinden dolayı alışverişler
çoğunlukla Akçe ile yapılırken, merkezden uzak olan Kayseri ve Antep
gibi şehirlerde, büyük oranlarda Esedî Guruş veya Kâmil (Riyalî) Guruş
ile yapılmıştır.
Bu
ayarlamalardan dolayı halkın yabancı para ile alışverişi tercih etmesi,
devleti bâzı tedbirleri almaya sevk etmiştir. Halkın bu haklı kaçışını
önlemek için devlet, 1640'tan 1688'e kadar sikke tashîhinden mütemâdiyen
kaçınmış, birtakım ıslahatlarla, ufak müdâhalelerle Akçenin değerini
korumaya çalışmıştır.
1640 Yılından Sonra Yapılan Sikke Tashihleri
1640 yılında sikke tashîhini gerçekleştiren Kemankeş Kara Mustafa Paşa *, devletin mâlî yapısına çeki düzen vermek için sikke tashîhinin yanı sıra çeşitli ıslahat çalışmalarında da bulunmuştur.
Beş sene süren sadrâzamlığı döneminde, hükûmetin savurganlığını önleyerek, yeniçeri ve sipâhî
sayısında azaltmalar yaptı. Vergi gelirlerini arttırarak, aylıkların
düzenli olarak verilmesini sağladı. Bütçeyi denk tutmaya çalışarak
enflasyonu önlemeye çalıştı. Bütün bunlara rağmen Kara Mustafa Paşa *'nın Ocak 1644'te îdam edilmesiyle yeni bir iç karışıklık ve israflar dönemi başlamıştır. Nitekim 1645'te başlayan Girit Savaşı’yla
birlikte, savaşların niteliği açısından yepyeni bir döneme girilmiştir.
25 yıl süren bu savaş Osmanlı Devleti'nin mâliyesinin alt üst olmasına
yol açmıştır.
1645'ten
îtibâren altın fiyatları tekrar yükselişe geçerek 1645, 1648, 1649
yıllarında 160 Akçeden işlem görmüştür. Bu yıllarda Riyalî ve Esedî
Guruşlarda fazla bir dalgalanma görülmemekle birlikte, Riyalî 85-90,
Esedî 80 Akçe olarak işlem görmüştür.
Bu dönemden sonra, sadrâzamlık görevine getirilen paşaların,
devleti içinde bulunduğu sıkıntılı ortamdan kurtarmak için yaptıkları
ıslahat çalışmalarına rağmen paranın râyiçlerindeki artışlar devam
etmiştir. Islahatçı sadrâzamlardan Tarhuncu Ahmed Paşa * da devlet gelirlerinin arttırılmasına yönelik çalışmalarda bulundu. Rüşvet
alanları şiddetle cezâlandırarak, topraklarının karşılığından askerî
hizmetlerini yerine getirmeyen yüzlerce tımar sâhibinin ellerinden
tımarlarını alarak, bunların çoğunu iltizam olarak dağıttı. Ayrıca Tarhuncu Ahmed Paşa, mâlî
yılın bütçesini önceden hazırlayan ilk sadrâzam olmuştur. Çeşit
bölümlerinden beklenen gelirlere göre gider hesaplarının çıkartmış, bu
rakamlar hâricindeki harcamaların önüne geçmeye çalışmıştır. Muhâlifleri
Ahmed Paşa'nın, pâdişâhı tahtan indirip yerine kardeşi Şehzâde Süleyman'ı geçirtmek istediği yolunda asılsız söylentiler çıkartarak, sadrâzamı îdam ettirmesiyle (Mart 1653) mâlî tedbirler de desteksiz kalmıştır.
Tarhuncu Ahmed Paşa *'dan sonra mâliye tam bir keşmekeş içine girmiştir. Ordu maaşlarını ödemek için gereken kaynaklar tam olarak sağlanamadığı için, müsâdereye
çokça başvurulmuştur. Bu dönemde tedâvül eden paralar gümüşten çok
bakır içerikli veya kenarları yontulmuş bir hâldeydi. Bu paralara İstanbul'da “Çingene parası” veya “meyhâne parası” adı verilmiştir. 27 Şubat 1656'da sadrâzamlığa Hüseyin Paşa * getirilmiştir. Hüseyin Paşa’nın döneminde, yeniçerilere verilen mevâcib yarı
yarıya "nukûd-ı hâlise" veya "kem ayar" sikkelerle ödenmişti.
Yeniçerilere verilen ve ayarları oldukça bozulmuş olan bu paraları esnaf
kabul etmeyince, târihte “Vakâ-yı Vakvakiye” diye bilinen büyük bir isyan hareketi vukû bulmuştur.
Venedik donanmasının Çanakkale Boğazı’nı Temmuz 1656'da abluka
altına alması ile fiyatlarda aşırı bir yükselme meydâna gelmiştir.
1650'de 85-90 Akçeden işlem gören Riyalî 1656 yılında 90 Akçeye, yine
1650'de 70 Akçeden işlem gören Esedî Guruş 1656 yılında 80 Akçeye
yükselmiştir.
15 Eylül 1656'da Köprülü Mehmed Paşa * sadrâzamlığa getirilerek, 27 yıl sürecek olan Köprülüler Dönemi başlamıştır. Bu dönem istikrarlı politikaların tâkip edildiği bir dönem olmuştur. Köprülüler Dönemi’nde, Köprülü Mehmed Paşa, Fâzıl Ahmet Paşa * ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa * sadâret makâmına gelmişlerdir. Bu dönemde fiyatlarda ciddî bir dalgalanma olmamış, genellikle istikrarlı bir politika izlenmiştir.
XVII. yüzyılın sonlarına doğru, savaşlar ve yeni cülus bahşişleri sebebi ile mâlî bunalımlar daha da artmıştır. II. Viyana Kuşatması’ndan sonraki harp yıllarında (1683-1699) artan mâlî darlık devleti yeni finansman kaynakları aramaya iterken, sikke tecdîdi siyâsetine geri dönülmüş ve yeni para darbına girişilmiştir.
İlk
hamlede âtıl kalmış olan darphâneler yeniden faâliyete geçirilmiştir.
1685'de darphâneler çalışmaya başlarken 1688'e kadar çeşitli altın ve
gümüş paralar darp edilmiştir. 1688'de II. Süleyman'ın tahta çıkışından sonra orduya dağıtılacak cülus bahşişleri ve
ödenmemiş ulûfelerin getirdiği sıkıntıları gidermek amacıyla, iç
hazîneden kiler ve has ahırdan altın ve gümüş eşyâ çıkartılarak, Şerîfî
altın, Pare ve bir miktar Akçe darp edilmiş, böylece darphâne devlete
yeniden gelir getirmeye başlamıştır. Sikke basımı ile 1 dirhem gümüşten
12,5 yerine 17 Akçe kesilmesine karar verildi.
Bu
dönemin önemli bir gelişmesi de, bakırdan Mankur darbına başlanması
olmuştur. 12 Eylül 1688'de basımına başlanan Mankurların 1 tânesi yarım
dirhem (1,536 gr) ağırlığında ve 2 tânesi 1 Akçe değerindeydi. Piyasada
bu râyiç çok mâkul karşılandı ve bakır paraya olan talep bir hayli fazla
oldu. Halkın gösterdiği bu ilginin ve mâlî darboğazın da etkisiyle,
sonraları 1 Mankur 1 Akçe eşitlenmesine yönelik karar alınmıştır. Mankur
üretimi devlete önemli bir mâlî gelir getirmiştir. Devletin, Mankur
üretiminden elde ettiği net gelirler 380 milyon Akçeye ya da o dönemin
kuru üzerinden 1,4 milyon Altın Dukaya ulaşmıştır.
Mankur üretiminden elde edilen büyük gelirler, özellikle Trakya, Selânik ve İzmir yörelerindeki kalpazanları da harekete geçirmiştir. Kimi sahte Mankurlar da Avrupa kanalıyla
ülkeye girmiştir. Kalb Mankurların çoğalmasıyla, Mankur deneyimi önemli
bir darbe yemiş oldu. Mankur para darbı ile devlet, mâliye gelirlerini önemli ölçüde rahatlatmış, enflasyon karları elde ede bilmiştir. Hazîne nakde olan ihtiyâcını, Mankur karşılığı ödemeler sâyesinde kurtarabilmiştir. Bu sâyede ödenebilen ulûfelerle, çıkması muhtemel isyanların
da önüne geçilmiştir. Fakat Mankur para tecrübesi çok kısa süreli
olmuş, (yaklaşık 32 ay) kalpazanlık ve kaçakçılık faâliyetleri ile
fiyatların alt üst olmasına yol açmıştır. Mankur üretimi 22 Haziran 1691
târihinde II. Ahmet tarafından durdurulmuştur.
II. Süleyman döneminde gerçekleşen önemli gelişmelerden bir diğeri de, o zamâna kadar kullanılan ve rağbet gören Avrupa Guruşları
örnek alınarak, ilk yerli Osmanlı Guruşlarının tedâvül edilmesidir.
Akçenin sürekli tağşişlerde küçülerek kullanılamaz hâle gelmesi üzerine,
memlekette yabancı paralar çok fazla dolaşmaya başlamıştı. Bu durum siyâsal
ve simgesel olarak olumsuz bir tablo yaratmaktaydı. Bu yüzden XVII.
yüzyılın ikinci yarısından sonra devlet, yeni bir para birimi oluşturmak
için birkaç teşebbüste bulunmuştu. Ancak bunlar savaşlar ve mâlî olumsuzluklar nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
İstanbul Darphânesi’nde
ilk kez 1690'da basılan büyük boy gümüş sikkeler, %60 gümüş, %40 bakır
ihtivâ etmekte ve yaklaşık 6 dirhem (19,2 gr) ağırlığa sâhiptiler. Akçe
ise, artık sâdece “muhâsebe sikkesi”, gerçekte bulunmayan ama hesapları
düzenlemede değer ve ayar birimi olarak kullanılan bir sikke hâline
gelmiştir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Powered by
Übersetzer

Bu Blogda Ara
![]() | ![]() | ![]() | ||
![]() | ![]() | ![]() | ||
![]() | ![]() | ![]() | ||
![]() |
| ![]() |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapabilirsiniz.