Sonntag, 5. Juli 2015

Mecmûa-yı Tevârih-i Osmânî-para

2 Ocak 2013

PARA



Şekil 8- II. Murat dönemi Osmanlı Akçesi, Serez Darphânesi, 1430/31



PARA








madde içeriği:

  • sikke
  • elektron
  • Kuruş (Guruş)
  • Cedit İslambol
  • Bizans Altını (Solidus, Solido) 
  • Lira
  • Cedit Osmanlı Kuruşu
  • darphane
  • kese
  • Cedit Zincirli (Cedit Zencirikli)
  • darphane emini
  • yük
  • Cedit Zer-i Mahbub
  • darphane nezareti
  • Sikke-i Hasene
  • Cihadiye
  • Novaberde
  • Dirhem-i Ceyyit
  • Kara Kuruş
  • Akçe (Akça)
  • Firade
  • Atik Rumi
  • Mangır (Mankur)
  • irsaliye akçesi
  • Cedit Rumi
  • duka altını
  • Bürgus
  • Mecidiye
  • Sultani
  • Akçe-i Büzürg
  • Kaime-i Mutebere
  • Şahi
  • Ecnebi Kuruşu
  • devalüasyon
  • Ordu-yu Hümayun (para birimi) 
  • Dinar
  • Cedit Eşrefi (Cedit Zolata)
  • Dirhem
  • tağşiş










Para, malların alım satımında kullanılan değişim aracı biçiminde tanımlanabilir. Fiyatlar ile değerleri ifâde eden bir araçtır. İnsanlar ve ülkeler arasında el değiştirerek ticârî etkinliklerin yürütülmesini sağlar. Bununla birlikte temel bir zenginlik ölçüsüdür. Taşıma ve ölçme kolaylığı sağlamak gibi özellikleri bulunan paranın asıl önemi, biçiminden ve yapıldığı mâdenden çok mal ve hizmet alımında herkesin benimsediği bir ödeme aracı olmasıdır. Eskiden, aralarında deniz kabuğu, boncuk, taş ve sığırın da bulunduğu bâzı değerli mallar para gibi kullanılıyordu. MÖ. 8. yüzyılda Çin'de, para yerine çapa, tırmık gibi bâzı tarım âletlerinin küçük modellerinin yapılıp kullanıldığı bilinmektedir.
Şekil 9- Sikke bulunmadan önce ticârette kullanılan değişim araçları
Metal paraları inceleyen bilim dalına "nümismatik" denir. Yunanca "nomisma" ve Latince "numisma" sözcüklerinden türetilmiştir. Osmanlıcada bu kavram "ilm-i meskûkât" ya da kısaca "meskûkât" (Arapça “sikke”den) olarak geçmektedir. İlk olarak Lidya'da bulunmuştur.
Şark-İslam devlet geleneğinde toplumların devlet yapısına kavuşabilmelerinin ön şartı, "bey" adına hutbe okutmak ve "sikke kesmek" olmuştur. Osmanlı Beyliği, Söğüt'te bir cuma namazında Dursun Fakîh'in okuttuğu hutbe ile beylikten devlet olma sürecine geçişin ilk adımını atmış oldu. Devlet olma yönünde ikinci gerekli şart ise "sikke kesmek"tir. Osmanlılar ve diğer Türkmen Beylikleri, İlhanlıların egemenliklerini kabul ettikleri sürece kendi adlarına sikke basmadılar. Bu dönemde beylikler, genel olarak, İlhanlı sikkelerini kullanmışlardır.
Osmanlı devlet geleneğinde sikke kesmek ve bunun bir iktisat politikası hâline gelmesi ise, Osman Bey'in ölümünden sonra gerçekleşmiştir. Orhan Bey'in kardeşi Alâeddîn Bey'in tavsiyeleri ve Osmanlı hukûkî muhitinde alınan kararlar doğrultusunda, devletin iktisâdî ve ekonomik yapısı ile ilgili politikalar belirlenmiş oldu.
Osmanlı ekonomisinde para kullanımı, zaman ve mekân içinde önemli farklılıklar göstermekle birlikte, sâdece kentli nüfusla sınırlı kalmamıştır. Özellikle, Yükselme Devri'nde değerli mâdenlerin çoğalması, kentlerle kırsal kesimlerin iktisâdî bağlarının güçlenmesi ile kırsal nüfûsun önemli bir bölümü de sikke kullanmaya başlamışlardı. Kasaba ve kentler içinde zanaatkârlar, tüccarlar, köylüler ve göçerler de para ekonomisinin içine dâhil olmuşlardır.
Balkanlar ve Anadolu'da köylülerin ürünlerini getirip kent ve kasaba sâkinlerine sattıkları, düzenli olarak kurulan pazarlar ve panayırlar bulunmaktaydı. Bu pazarlar aynı zamanda göçerlerin köylü ve kentli nüfusla bir araya gelmesine imkân sağlamaktaydı. Para kullanımının yaygınlaşmasını mahkeme kayıtlarından, kânunnâmelerden ve tahrir defterlerinden ayrıntılı olarak izlemek mümkündür.

Sikke


Belli bir ölçüye göre basılan mâdenî bir paradır ve ilkel çağlardan beri ticârette geçerli olan değiş-tokuş yöntemleri yerine daha kullanışlı bir değişim aracı olarak îcat edilmiştir.
Eski metal paralar "sikke" olarak adlandırılırlar. Kazılarda, temel altında veya duvar harcı içinde bulunmuş herhangi bir sikke, tabakayı kesin biçimde tespit eder. Aynı zamanda devlet şeklini, bölgesini bildirir, hattâ onların incelenmesinden sayısız târihî olaylar ve gerçekler ortaya çıkar. Ortadan kalkmış şehirlerin isimleri, kaybolmuş bir heykel, yıkılmış bir binâ, o zaman var olan ancak bugün yetişmeyen bir bitki, sikkelerdeki tasvirler sâyesinde öğrenilebilir.
Sikke, devletin resmî damgasıyla garantilenmiş, kullanımı kolay mâdeni bir alım aracıdır. MÖ. 7. yüzyılda Anadolu'da Lidyalılar tarafından îcat edilmiştir. Altın ve gümüş karışımından meydana gelen elektrondan yapılmıştır. Bu doğal elektronu ilk kez altın ve gümüşe ayırarak sikke bastıran Krezüs (Karun)'tür.
Sikkeler; ilk basılışlarından bu yana, yüzyıllar önce yaşamış toplumlar hakkında bilgiler veren ve târihi konuşturan belge niteliğindeki nesnelerdir. Bu özellikleri nedeniyle bu nesnelerin incelenmesi bir bilim dalı olarak kabul görmüş ve nümismatik bilimi doğmuştur.
İlk kez 2600 yıl önce Batı Anadolu'da basılan sikkeler, birbirinden bağımsız olarak yalnızca birkaç toplumda; Anadolu'da, Hindistan'da ve Çin'de ortaya çıkmıştır. Bu nedenle sikke biliminde üç ayrı gelenekten ya da ekolden söz etmek mümkündür.


Şekil 10- Lidya Sikkesi, MÖ. 6. yüzyıl

Yeryüzünün Anadolu-Akdeniz havzası ve Orta Doğu bölgelerini kapsayan bölümünde çeşitli zaman dilimlerini kapsayan sınıflandırmalar da yapılmaktadır. Örneğin sikkenin îcâdından Bizans Devleti’nin sonuna kadar basılan sikkeler "antik nümismatik" adı altında incelenirken, Orta Çağ İslam devletleri ve Osmanlı İmparatorluğu dönemi sikkeleri "İslâmî nümismatik" adı altında incelenir.
Sikkenin kâğıt paraya üstünlüğü mâdenindendir. Kâğıt paranın maddesi değersizdir. Sikkenin hem yapım maddesi değerlidir, hem de daha kullanışlıdır. Bu nedenle daha çok tercih edilmiştir.
Sikkeler, yazılı belgeler ve arkeolojik bulgular ile birlikte incelendiğinde insanlara pek çok konuda bilgi verirler. Örneğin kentlerin ya da devletlerin zenginlik düzeylerine ışık tutarak ekonomi târihine ışık tutarlar. Devletlerin hangi coğrafyada egemenlik kurdukları ya da ticârî ilişkilerinin nereye kadar uzandığı yine bulunan sikkelerle anlaşılabilmektedir.
Sikkelerin ekonomik ve siyâsî yaşama ilişkin bilgi vermenin yanı sıra diğer bir yönleri de belgesel özellik taşımalarıdır. Sikkeler ve madalyonlar târihsel kişilerin resimleri konusunda önemli kaynaklardır. Birçok târihsel kişiliğin yüzleri bu sikkeler aracılığıyla bilinmektedir. Sikkelerde ayrıca devletle ilgili bilgiler, şehir adları, binâ, heykel veya bitki tasvirleri bulunabilmektedir ve bu yönüyle de önemlidirler.

Yapım Malzemesi

Eski çağlarda yapılan sikkelerde kullanılan başlıca metaller arasında altın, gümüş, bakır, altın ve gümüş karışımı olan elektron, tunç ve pirinç sayılabilir. Anadolu'da ilk metal paralar elektrondan yapılmıştır. Değerli metallerin para yapımında kullanılması XX. yüzyıla kadar sürmüş ancak kâğıt paranın yaygınlaşması ile yavaş yavaş terk edilmiştir. Günümüzdeki bozuk para ihtiyâcı için yapılan metal paralarda nikel, bakır-nikel, tunç, alüminyum ve tunç-alüminyum gibi metal ve alaşımlar kullanılmaktadır.
Paraların metalden yapılması, dayanıklılığının yanı sıra, metalin eritilip bir kalıba dökülerek biçimlendirilmesindeki kolaylıktan da geliyordu. Bu nedenle döküm, para basımının en önemli işlemlerinden biri olmuş, hattâ pek çok yerde para yalnız döküm yoluyla üretilmiştir. Ancak içerisine daha değersiz metaller karıştırarak paranın değerinin düşürülebildiği, böyle bir paranın da ilk bakışta gerçek değerde olandan ayırt edilemediği anlaşılınca, bu durumu önlemek için farklı yöntemler denenmeye başlanmıştır.

MÖ. 7. yüzyılda Batı Anadolu'da para, eriyik haldeki metalin düz bir yüzey üstüne dökülmesiyle yapılıyordu. Altları düz olan bu paraların üstleri metal eriyiğindeki yüzey gerilimi nedeniyle hafif yuvarlak oluyordu. Bunu düzeltmek için çekiç ya da tokmak gibi âletler kullanılıyordu. Bir süre sonra bu âletlerin üzerindeki girinti ve çıkıntıların paranın üstünde iz bıraktığı fark edilince, bunun düşük değerde para basımını engellemekte kullanılabileceği düşünüldü. Ardından paranın üstüne, değişim değerinin resmen onaylanması anlamına gelen yönetici ya da devlet işâretleri işlenmeye başlandı.

Şekil 11- Antik Çağ’da sikke basımı
Eski çağlardan günümüze ulaşan para kalıplarının çoğu tunçtan yapılmıştır. Romalıların demir kalıplar da kullandığı bilinmektedir. Alt kalıbın içine yerleştirilen metalin üstüne, bir sapın ucundaki üst kalıp konulup çekiçle vurularak arada kalan mâdene hem ince pul biçimi verilir, hem de istenen işâretler işlenirdi. Vurmaya dayanan bu para basma yönteminde bir süre sonra metal eriyiği doğrudan alt kalıbın içine dökülmeye başlandı. Bu yöntemle, alt kalıp bozulmadan 10-20 bin para basılabileceği, çekiç darbelerinden direk olarak etkilenen üst kalıbın ise bunun yarısı kadar para basımına elvereceği bilinmektedir. Bir kalıpta bir kişinin çalıştığı küçük darphânelerde saatte 100 tâne sikke yapılabileceği bilinmektedir.
Kalıplarda yapılan değişiklikler paraların biçiminin yanı sıra üretim tekniklerini de etkiledi. Sâsânîler döneminde İran'da 220'den sonra ince kalıp kullanıldı. Bu da hem daha ince paraların yapılmasına, hem de bunların üstündeki kabartmaların daha alçak tutulmasına yol açtı. Bizans aracılığı ile Avrupa ülkelerine geçen bu yöntem, Charlemegne (Şarlman, 742-814, Frank ve Lombard kralıdır, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğunun kurucusu olarak kabul edilir.)'ın bastırdığı paralarda da kullanıldı. Bâzı Frank ve Sakson krallıklarında da aynı paranın üstüne, her biri yalın işâretler taşıyan birkaç kalıpla baskı yapılır, böylece daha karmaşık bir kabartma elde edilirdi. Avrupa metal paralarında hem kabartma, hem de oymalar bulunurken, İslam ülkelerinin paralarında oyma daha ağır basmaktaydı.

Gümüş para yapımında, önce gümüş ince bir katman biçiminde dökülür, sonra da eriyik tam soğumadan çekiçle istenilen kalınlığa getirilirdi. Aşağı yukarı X. yüzyılda gerçek para boyutlarından biraz daha büyük dörtgen parçalar hazırlanmaya, dâire biçimindeki kalıbın içine yerleştirilip sıkıştırıldıktan sonra yanlardaki fazlalıklar kesilerek alınmaya başlandı. Metal para bastırmak karşılığında kullanılan "sikke kestirmek" deyimi buradan gelmektedir.

Şekil 12- Sikke darbı sırasında kullanılan âletler
XV. yüzyılda para basımının hızlanması, daha iyi kalıpların yapılmasına yol açtı. Bunlardan biri demir kalıptı. Kalıbın içine karbon konup fırına veriliyor, bu da onun çeliğe dönüşerek daha sertleşmesini sağlıyordu. Paraların kenarının kesilip değerlerinin düşürülmesi tehlikesine karşı da buraya çentikler yapmak, tırtıklar açmak ya da bir yazı kazımak gibi önlemler uygulanıyordu. Ayrıca kalıpları, çekiçle vurmak yerine vida ile sıkıştırarak üstlerindeki işâretlerin paraya geçmesini sağlayacak yöntemler de geliştirildi. Bu yöntem XVI. yüzyılda İtalya ve İngiltere'de de kullanıldı. XVI. yüzyılda Almanya'da döner kalıplar geliştirilmeye başlandı. Bunlar üstüne kabartma yapılacak metali kendi kendine içine alıp baskıdan sonra da dışarı çıkaran eğri yüzlü kalıplardı. Bu yöntemle para yapılacak metalin kalıplara küçük parçalar biçiminde tek tek yerleştirilmesi yerine, baskı yürüyen bir bant üstünde yapılarak üretim hızı artırılabiliyordu. Daha sonra baskıda çekiç yerine vida ile sıkıştırma yöntemi kullanıldı. Bu teknik XVIII. yüzyıla kadar kullanıldı.

Şekil 13- Antik dönemden basit bir darphâne görüntüsü
XIX. yüzyılda geliştirilen buhar makinesi kısa sürede para yapımında kullanılmaya başlandı. Kalıplar için ise niteliği yükseltilmiş çelikten yararlanılmaya başlandı. Günümüzde kalıpların yapımı, paraların basımı gibi işlemler elektrikli makinelerle gerçekleştirilmekte, kullanılan metallerin özelliklerini ve niteliklerini belirlemek, basılan paraların denetimini yapmak için de bilgisayarlardan yararlanılmaktadır. Çeşitli eritme ve arıtma süreçlerinden geçirilen metaller dakikada yüz metal para basan makinelere gelmekte, basımdan sonra, artanlar ya da eskimiş paralar yeniden üretilmek üzere fırınlara gönderilmektedir. Bir kalıpla 200 binden fazla para basılabilmektedir.

İslam Ülkelerinde Sikke

İslam ülkelerinde Dinar (altın) Dirhem (gümüş) ve Fels (bakır) olmak üzere üç tür metal para kullanıldı. Yüzyıllarca Roma, Bizans ve Sâsânî paralarının sürümde kaldığı Orta Doğu'da ilk İslam parası Halîfe Hz. Ömer döneminde (634-644), Sâsânî paraları üstüne İslâm’a özgü bâzı işâretlerin kazınması ile oluşturuldu. Emevî Halîfesi I. Muaviye, Sâsânî paralarına kendi kılıçlı tasvîrini koydurttu. Halîfe Abdülmelik ise 693'te bir yüzünde kendi resminin bulunduğu ilk İslam Dinar'ını bastırdı. Bu paranın öbür yüzünde "Kelime-i Tevhid" (Lâ ilâhe illallah) yazılıydı. 694'te Emevî eyâletlerinde gümüş İslam paraları basılmaya başladı. “Dinar” Bizans Solido’suna eşit saf altın; “Dirhem” de saf gümüştü.

Bizans Altını (Solidus, Solido)

Batı Roma’nın yıkılmasından sonra Doğu Roma İmparatorluğunda iki farklı tip para kullanıldı.  Bunların ilki “Solidus” denilen altın sikke; diğeri de yine değerli olan, bronz paradır. Nümismatik açısından Bizans para biriminin kabul gördüğü târih, geç Roma İmparatorluğu para sistemini 498 yılında reforme eden Anastasius ile başlar ve o târihten îtibâren altın para “Solidus”; bronz para “Nummi” olarak isimlendirilir. Düşük miktarda para gerektiren işlemlerde kullanılmak üzere yeni bronz sikkeler değişik değerlerde basıldı. Bunlar 40 Nummi, 20 Nummi, 10 Nummi ve 5 Nummi’dir. Paranın bir yüzünde imparatoru karakterize eden bir portresi, diğer yüzünde ise paranın değerini gösteren işâret mevcuttu (M=40, K=20, I=10, E=5). Bunun dışında nâdiren gümüş para da basılırdı. Sürekli basılmayan ancak belirli dönemlerde basılan ve ağırlığı 7,5-8,5 gr arasında değişen “Miliaresion” gümüş para birimiydi. İlk olarak VI. yy başlarında basılmasına rağmen en çok kullanıldığı dönem VII. ve IX. yy.’lar arasıdır.
 
Şekil 14- Bizans paralarından Solidus ve Nummi 
Altın Solidus, İmparator Romanos Argyros (1028-1034)’un 1030 yılında altın Solidus’un ayarını düşürmesine kadar uluslararası ticârette standart para birimi olarak değerini korudu. O döneme kadar Solidus 955-980 ayar civârındaydı ki bu da neredeyse saf altın demektir. IX. yüzyılın başlarında dörtte üç ağırlığında Soliduslar standartlar ile birlikte basılıp pazara sunulmaya başlandı. Bu yüzyıldan sonra dörtte üç ağırlığında olan Solidus “Tetarteron” ve standart ağırlıkta olan Solidus ise “Histamenon” olarak isimlendirildi. Ancak Tetarteronlar X. yüzyıla kadar pek rağbet görmedi.
Tam ağırlıklı Soliduslar 4,48 gr olarak basılırdı. Ancak Romanos Diogenis tahtta iken Solidus’taki altın oranı sâdece %15 değerindeydi. Bu dönem ekonomik açıdan imparatorluğun büyük sıkıntılar yaşadığı anlaşılabilir. I. Aleksios Komnenos (1081-1118) zamânında değeri düşürülmüş Solidus basımına son verildi. Altın ayârı 0,900-0,950 olan “Hyperpyron” basılmaya başlandı. Hyperpyron Solidus’tan biraz daha inceydi. Daha sonraki yıllarda ayarı sürekli olarak düşürülse de imparatorluğun yok olduğu 1453 yılına kadar tedâvülde kaldı. 1400 yılından sonra ticâretteki öneminin artmasından dolayı uluslararası ticârette standart olan para birimi Venedik Dukası (duka altını) olmuştur.
Bronz Nummi açısından para sistemi; VII. yüzyılda 40 Nummi’nin (aynı zamanda “Follis” denmeye başlanmıştır) boyutunun küçültülüp basılan tek bronz para olmasıyla değişmiştir. II. Justinian, Folls boyutunu eski hâline getirmek için uğraştıysa da yıllar geçtikçe Follis ağırlığı ve boyutu azalmaya devam etti. X. yüzyılda “Anonimus Follis” denilen, ilk dönem sikkelere benzeyen imparator resimli sikkeler basılmaya başlandı. Ve bahsi geçen anonim Follislerde “Xristos/Basileus/Basileon”  (İsa, Kral, Krallar) yazıyordu. Daha sonrasında da fincan şekilli “Scyphate” ve “Traki” de denilen, değeri düşürülmüş altından basılmış “Electrum” ve düşük değerli gümüşten “Billon” kullanıma başlanmıştır. Paranın saklanması ve taşınması açısından kolaylık olduğu düşünülerek bu şekilde para basıldığı düşünülüyor ancak gerçek sebebi henüz net olarak anlaşılmış değildir.


Metal paraların üzerine hükümdar ve Halîfelerin adlarının yazılmasını ilk kez Emevîler uyguladı. IX. yüzyılda İslam sikkelerinin biçimi temel kurallara bağlandı. Paranın üstüne egemenliği tanınan Halîfe’nin ve hükümdârın adı, sultânın ya da melîkin kendisinin ve babasının adı, hükümdarlık unvan ve lakapları, Kelime-i Tevhid, paranın basıldığı kent ve basım yılı yazılmaya başlandı. Halîfeden ve sultandan bağımsızlık izni alan küçük beyler de adlarını taşıyan sikke bastırmayı egemenliklerinin gereği sayıyorlardı. Örneğin parasındaki özel unvanları arasında "ed-devle" ile biten bir tamlamanın bulunması o hükümdârın bağımlılığını, "ed-dünyâ" sözünü içeren bir unvânın bulunması ise bağımsızlığını belli ediyordu. Bunun gibi "melik", "sultan", "emir" unvanlarının da siyâsal anlamları vardı. Bu unvanları tamamlayan "el-kâmil", "el-âdil", "ebu'l-muzaffer", "ebu'l-feth", "el-gâzî" gibi lakaplar da siyâsal, dinsel ve askerî anlamlar taşıyordu. Karahanlılar, Sâmânîler ve Büyük Selçuklulardaki bu gelenek başka devletlere de yayıldı. Müslüman olmayan komşu devletlerle sürdürülen ticâret ilişkileri, insan tasvirli İslam sikkelerinin de çıkarılmasına yol açtı.

Şekil 15- Çeşitli metallerden üretilmiş, İslam ülkelerine âit sikkeler
İlk Osmanlı gümüş parası Akçenin 1326'da Orhan Gâzî adına kesildiği kabul edilir. Ancak babası Osman Gâzî döneminde basılmış bir Akçe parçası da bulunmuştur. I. Bayezit gümüş ve bakır Osmanlı paraları için düzenlemeler getirdi. II. Mehmet dönemine kadar “Akçe” ve “Pul” denilen sikkelerle Venedik Dukası (duka altını) sürümdeydi. II. Mehmet 1447'de “Sultânî” olarak bilinen ilk Osmanlı altınını bastırdı. İlk tuğralı Osmanlı paraları III. Mehmet adına basıldı. 1625'te alınan "tashîh-i sikke" kararından sonra “Kuruş”, 1640'ta da “Para” adı verilen metal paralar basıldı. 1687'de sikkelerin hepsine darphâne damgası vurulması kararlaştırıldı. XVIII. yüzyılın başında Osmanlı piyasasında “Cedit”, “İslâmbol”, “Şerîfî” gibi yerli altın paralardan başka “Yaldız”, “Frengî”, “Esedî”, “Zolata”, “Abbâsî”, “Tümen” gibi yabancı altın ve gümüş paralar da sürümdeydi. Yerli ve yabancı paraların pariteleri arasındaki fark altın ve gümüş kaçakçılığına yol açıyor, bu durum da ekonomiyi sarsıyordu.

XVIII. yüzyılın ikinci yarısında "zer-i mahbub" serisi altın ikilik, üçlük, beşlik ve onluklar çıkartılırken, üstlerine "duribe fi Konstantiniye" yerine "duribe fi İslâmbol" ifâdesi konuldu.

Şekil 16- Çifte Kuruş (80 Para), I.Abdülhamit Dönemi, 1774, Konstantiniye
XIX. yüzyılda dünyâ piyasalarında altının giderek değer kazanması nedeniyle metal paraların paritelerinin sık sık yeniden belirlenmesi gerekti. II. Mahmut'un (1808-39) son yıllarında Osmanlı sikkelerinin basımı ve birimleri konusunda köklü yenilikler gerçekleştirildi. Abdülmecit 1840'ta çıkardığı bir fermanla bütün metal paraların yenilenmesini istedi. Darphânede sarkaç sistemine geçildi. 22 ayar, yüzlük serisi altın ve gümüş Mecidiyeler çıkarıldı. Bakır sikkeler de 5, 10, 20 ve 40 para olarak basıldı.

Şekil 17- Zer-i Mahbub, I.Abdülhamit Dönemi, 1774, İslâmbol

Mâliye Nezâreti içinde kurulan Meskûkât-ı Şâhâne İdâresi altın ve gümüş fiyatlarındaki değişmeleri de dikkate alarak Osmanlı Mecidiye'sine göre eski Osmanlı ve yabancı paraların kurlarını belirliyordu. Osmanlı Bankası'na banknot çıkarma yetkisinin verilmesinden (1863) sonra, 1881'de Meskûkât-ı Osmaniye Kararnâmesi yayınlandı. 26 Mart 1916'da çıkarılan Tevhîd-i Meskûkât Kânûnu'yla Osmanlı metal paraları altın, gümüş ve nikel olarak belirlendi. Cumhûriyet'in ilk yıllarında Osmanlı metal paraları sürümde kaldı. 1924 ve 1925'te çıkarılan 411 ve 624 sayılı yasalarla altın ve gümüş para sistemine son verildi.

Darphâne 


Osmanlı İmparatorluğunda para (sikke) basılan kurumun adıdır.
İmparatorluğun ilk devirlerinde İstanbul'da bulunan merkez darphâne yanında illerde de darphânelerin açılmasına izin verilmişti. Bundan başka, ordu ile birlikte hareket eden gezici darphânelerin de bulunduğu, baskı yeri olarak orduyu gösteren paralardan anlaşılmaktadır. Osmanlı illerinde açılan darphâneler arasında, Mısır'da KâhireAnadolu'da Gümüşhâne ve Diyarbakır, Rumeli'de Novaborda (Novaberde) ve Sidre darphâneleri en tanınmışlarıdır. Bütün bu darphânelerin özelliklerine göre ayrı kânunları ve hak ve yetkilerini belirten tüzükleri vardı.
XVII. yüzyılda devletin artan masrafları karşısında basılı paranın ayarının düşürülmesi üzerine hükûmetin kontrolünden uzakta bulunan taşra darphânelerinin kapatılması gerekince, İstanbul Darphânesi’nin önemi ve görevleri artmıştır. İstanbul Darphânesi fetihten sonra ilk önce Irgat Pazarı'nda bugünkü Çorlulu Ali Paşa Medresesi'nin bulunduğu yerde kurulmuştu. Buradan 1577'de Beyazıt'a, Koska'ya taşınmış, 1665 târihine kadar Beyazıt semtinde "Simkeşhâne" adını taşıyan ve III. Ahmet devrinde Vâlide Emetullah Sultan'ın yaptırmış olduğu Vâlide Hanı'nın bulunduğu yerde çalışmaya başlamıştı. 1665'te darphâne, güvenliği sebebiyle Yeni Saray surları içine alınarak, yeni yaptırılan binâsında tekrar açılmıştır. Bugün de aynı yerde faâliyet göstermektedir. Buraya taşındıktan sonra 1714'te büyük bir yangın geçirmiş ve 1726'da Sadrâzam Dâmad İbrâhim Paşa * tarafından esaslı olarak onarılmıştır.

Fotoğraf 14- Darphâne-i Âmire, Sultanahmet, Fâtih / İstanbul

Darphâne ilk devirlerde, saray hizmetinde bulunan bir "emin" tarafından yönetilirdi. XVII. yüzyılda yeniden teşkîlatlandırılarak defterdarlığa bağlanmıştı. Böylece eminlerin Dîvân-ı Hümâyun hâcegânından seçilmesine karar verilmiş ve atanması defterdâra bırakılmıştı.

Şekil 19- Darphâne Emîni
XVIII. yüzyılda darphâne daha önemli bir kurum hâline geldi. Hattâ Osmanlı hazînesinin yedek akçesinin saklandığı bir çeşit banka kasası niteliğini kazandı. Bunun üzerine darphâne eminlerinin atanması defterdardan alınarak sadâret makâmına bağlandı.
I. Mahmut devrinde eminlik unvânı "darphâne nâzırlığı" olarak değiştirildi ve Tanzîmât'a kadar da sürdü (1839). Darphânede döküm, gündelik giriş-çıkış gibi kendi işlemlerine bakan bürolardan başka, ilgisinden ötürü imparatorluğun mâden işlerine âit bürolar da bulunmakta idi. Darphânenin bakır, gümüş ve altın gibi mâden ihtiyâcı ise, bir yandan devlet eliyle işletilen mâdenlerden, öte yandan, iltizam sûretiyle arttırmaya çıkarılan ocaklardan kânunlarında yazılı olan usullere göre sağlanırdı.

XIX. yüzyılın başında 1835'te memleketin para durumundaki büyük karışıklık göz önünde tutularak mâliye hazînesiyle darphâne nâzırlığı birleştirilmiş ve Darphâne-i Âmire Defterdarlığı adı altında yeni bir örgüt meydâna getirilmişse de bunun bir fayda vermediği görülünce darphâne, 1838'de yeniden bağımsız hâle getirilmişti. II. Mahmut darphâneye yeni makineler getirttiği gibi, binâlarını da yeni baştan yaptırırcasına onartarak bir de hünkâr dâiresi eklemişti.
Darphâneden hazîne için gereken para her ulûfe dağıtımında kısım kısım çıkarılmakta idi. Ulûfe dağıtımında yeniçerilere maaşlarından bir kısmının “çil” (yeni kesilmiş para) Akçe olarak verilmesi kânun hâline getirilmiş ve piyasadaki fazla para ihtiyâcının da böylece karşılanma yolu bulunmuştu. Bunun için defterdar sadrâzama bir yazı ile başvurur ve onun onaylaması üzerine kânunda belirtilen miktarda yük Akçe, çil olarak darphâne emîni tarafından darphâneden çıkarılarak hazîneye devredilir ve böylece yeni para piyasaya sürülmüş olurdu.
Piyasadan kullanılma sonucu silik hâle gelmiş bulunan Akçelerin toplanması görevi de darphâne emînine âit idi.
Tanzîmat'tan sonra bir müdürlük olarak örgütlenen ve Mâliye Nâzırlığına bağlanan, cumhûriyet devrinde de bu yolda işleyen darphâne, Osmanlı İmparatorluğunun son devrinde müdürlük, muhâsebe, kâtiplik, encümen, çeşni, çarkhâne, sikkehâne, ağırtma, sikkekun, teksirhâne, müze, kazan, tâmirhâne, kefçe ve dökümhâne bölümlerine ayrılmıştı. Darphânede yaptırılacak bir iş, müdür, iki müfettiş, muhâsebe, çeşni ve çarkhâne mêmurları ile başsikkekundan meydâna gelen encümen kararı ile başlar, kefçe, çeşni, dökümhâne, çarkhâne, ağırtma ve sikkehâneden geçtikten sonra mâliye kasasına girerdi.
Darphânenin yönetimi ve para basılması hakkında 1882'de çıkarılan bir kararnâme ile bu kurum en son şeklini almıştı. 1841 târihine kadar çekiçle dövme sûretiyle yapılan para basma işi, 1842'de balansiye yâni sarkaç usûlüne, 1853'te pres usûlüne, 1911'de ise makine presi usûlüne çevrilmiş bulunmaktadır.

Günümüzde Darphâne

Darphâne ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü, 18.06.1984 târihli ve 18435 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 234 sayılı Kânun Hükmünde Kararnâme hükümlerine göre, mâdeni ufaklık ve hâtıra para, cumhûriyet altın sikkeleri ile cumhûriyet ziynet altınlarının basımı, resmî mühürlerin, madalyon, madalya ve nişanların üretimi, her çeşit vize ve harç pulları ile değerli kâğıtların basımı ve dağıtımını sağlamak üzere kurulmuştur.

Şekil 20- T.C. Darphâne Genel Müdürlüğü'nün logosu
Hazîne Müsteşarlığına bağlı bir kuruluş olarak faâliyetlerini sürdüren Darphâne ve Damga Matbaa Genel Müdürlüğü’nün merkezi İstanbul’dadır. İstanbul’da iki ayrı binâda hizmet veren kurumun Genel Yönetim ile Darphâne bölümü, Beşiktaş Balmumcu’daki genel müdürlük binâsındadır. 1967 yılında taşınılan binâ, 11.000 metrekare arsa üzerinde yaklaşık 7.000 metrekare kapalı alan ve 1.000 metrekare iç avludan oluşmaktadır.
Damga Matbaası bölümü ise 1726 yılında taşınılan, Topkapı Sarayı avlusundaki eski Darphâne (Darphâne-i Âmire) binâlarında üretim çalışmalarına devam etmektedir. Buradaki kapalı kullanım alanı yaklaşık 6.500 metrekare ve iç avlu alanı 1.000 metrekare civârındadır.

Fotoğraf 15- Darphâne ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü

Osmanlı Para Birimleri


Akçe (Akça)

Osmanlı İmparatorluğunun, ham maddesi gümüş olan temel para birimidir.
Akçe, kelime kökeni olarak bir târifi içerir. Açılım olarak gümüşün beyaz olan renginden hareket edilerek “Akça” (beyaz para) olarak isimlendirilmiştir.

Şekil 21- Fâtih dönemi Osmanlı Akçesi, Amasya Darphânesi

İlk Akçe Bursa'da Osman Gâzî tarafından 1327 yılında bastırılmıştır. Bu para ilk dönemlerinde 900 ayar gümüşten üretilmeye başlanmış fakat geçen zamanla birlikte gümüşün kalitesi 465 ayara dek düşmüştür. Ön yüzünde ülkenin inanç sistemini anmak maksadı ile "Kelime-i Şahâdet" ve İslamiyet'in Dört Halîfesi'nin isimleri, arka yüzünde ise dönemin pâdişâhının ismi yer almaktaydı (para üzerinde Osmanlı İmparatorluğunun bunalımlı bir devri olan Fetret Devri'nde Timur Hân'ın ismi de yer almış, daha sonraları ise Timur'un ismi para üzerinden kaldırılmıştır).
Bâzı kaynaklara göre 3 Akçe 1 “Para"ya eşitti. 120 Akçe ise 1 Kuruş’a eşitti. Daha sonraları Kuruş Osmanlı ekonomisinde Akçeden daha dikkate değer bir duruma gelmiş ve Akçenin yerini almıştır. 1870'lerde ise Kuruş yerini Liraya bırakmıştır.
Bu para biriminde ilk dönemlerde üzerine basılı bir târih bulunmamasıyla birlikte, Pâdişah Yıldırım Bayezit ile birlikte Akçeler üzerine târih basılma uygulamasına geçilmiştir.

Mangır (Mankur)

Osmanlılarda küçük alışverişler için kullanılan bakırdan bir sikkeydi.
Mangırlar I. Murat (1362-1389) zamânında basılmaya başlanmıştır ama Orhan Gâzî'ye (1324-62) atfedilen bâzı örnekler de mevcuttur. İstanbul, Edirne ve bakır mâdenlerinin bulunduğu bâzı Anadolu şehirlerinde üretilirdi. II. Mehmet zamânında Mangır basan darphâneler Edirne, BursaAmasya, Ayasuluk, Ankara, Bolu, Tire, Kastamonu, Karahisar ve Serez idi.

Şekil 22- I. Murat döneminden bir Mangır
II. Mehmet zamânında iki farklı Mangır tipi vardı. Büyük olanlar 1 dirhem (3,2 g), küçük olanlar 1/3 dirhem ağrılığındaydı. 8 büyük Mangır veya 24 küçük Mangır, 1 Akçe bedelindeydi. XVI. yy.'ın ikinci çeyreğinde sâdece büyük Mangırlar kullanıldı, ikinci yarısında yarım ve çeyrek Mangırlar da tedâvüle girdi.
Gümüş sikkelerin değeri içerdikleri gümüş miktarına yakın bir değere karşılık gelmekteydi. Buna karşın mangırların değeri kullanılan bakırın değerinden fazla olarak tâyin edilirdi, aradaki fark devlete gelir kalırdı. Bu nedenle mangır üretimi sıkı bir kontrol altındaydı. Bakır sikkelerin darp etme yetkisi genelde yerel zanaatçılara açık arttırmayla verilirdi. Bu Mangır ve Pullardan çok sayıda basılmasına engel olmak için devlet arada eski mangırları geçersiz îlan eder ve yeni mangırları yürürlüğe sokardı. Ancak belli dönemlerde yeni mangırların tedâvüle girmesi o kadar sık olmaya başlamıştır ki, bunun bir vergilendirme yöntemi olduğu düşünülmektedir.

Şekil 23- Kânûnî Sultan Süleyman döneminden bir Mangır
Özel şahıslara devletin para basma yetkisi vermesinin sağladığı kazanç yüzünden zamanla sahte Mangırlar da basılmaya başlamıştır. Bir noktada bâzı esnaf Mangır kabul etmeyip altın veya gümüş ile ödeme yapılmasını talep etmiştir. Bu sorunların sonucu olarak 1691'de II. Ahmet Mangır kullanımını durdurmuştur.
Mangırın iptal edilmesinden sonra Osmanlı Devleti onun yerine “Kuruş” adı verilen gümüş paralar çıkarmıştır.

Duka Altını

Osmanlı altınına eşdeğer kıymettedir. Venedik veya Floransa altını da denmektedir.
Venedik duka altınları, Avrupa’da en geçerli altınlardan biri idi. Ticâret kanalı ile Yakın Doğu’ya da giren bu sikke Osmanlı Devleti hudutları içinde de geçerli olmuş ve istekle kullanılmıştı. Osmanlı kuruluş döneminde uzun süre altın para basılmamış, Venedik duka altını resmî para gibi işlem görmüştür.

Şekil 24- Venedik Duka Altını
Bilinmeyen bir târihten başlayarak, bu duka altınlarının üzerine Osmanlılar tarafından bir damga (c/s) vurulmaya başlandığı izlenmektedir. Bu damga, dâimâ ve düzenli olarak duka altınlarının ön yüzündeki belirli bir yere vurulmaktaydı.

Sultânî

İlk kez Fâtih Sultan Mehmet döneminde bastırılmış, yaklaşık 3,45 gram ağırlığında klasik Osmanlı altın parasıdır. Halk arasında “Altın” olarak da bilinmektedir. Osmanlı İmparatorluğunda uzun süre ayarı ve ağırlığı değiştirilmeden II. Mahmut dönemine kadar kullanılmıştır.

Şekil 25- 1/2 Sultânî, III. Mustafa dönemi, 1772-73, Cezâyir

Şâhî

İran kaynaklı bu para birimi, Osmanlı İmparatorluğunun Azerbaycan ve güneyindeki topraklarında tedâvül etti. Akçe karşılığı daha değerli ve îtibârı daha yüksek olduğundan süratle yaygınlaştı. İran'a komşu Bağdat, Basra, Halep, Amid ve Van darphânelerinde de basımına izin verildi. 1513'te gümüş sikke olarak bir miskal 4,608 gr ağırlığında yaklaşık 6,5 Akçe değerindeydi. II. Selim Amid Darphânesi’nde Şâhî’nin yerine “Selimî” adıyla bir sikke kesilmesini emretti ise de Şâhî’nin de basımı sürdü. 1583'te doğu darphânelerinde basılan ayarsız ve bozuk vezinli (ayarlı) Şâhîler toplattırıldı. 1588/89'da İstanbul'da 1 Şâhî'nin değeri 8 Akçe olarak belirlendi.

Şekil 26- Şâhî 10 Para, III. Ahmet dönemi, 1703-04, Tiflis

Ordu-yu Hümâyun (Osmanlı Darphânesi)

Sefer sırasında ordu ile birlikte hareket eden seyyar darphânede para basılırken genelde İstanbul'dan getirilen kalıplar kullanılırdı. Ancak II. Mustafa (1695) döneminde bir istisnâ olarak darp yeri ismi olarak da kullanılmıştır. Çok nâdir bulunan Osmanlı parasıdır.

Guruş (Kuruş,  Piastre, 40 Para)

Osmanlı Devleti'nde ilk defâ 1687 yılında Sultan II. Süleyman döneminde kullanılmıştır. İçerdiği gümüş ayarı değişmekle birlikte Osmanlı'da imparatorluğun sonuna kadar kullanılmıştır. Cumhûriyet Dönemi’nde 100 Kuruş, 1 Liradır.

Şekil 27- 10 Kuruş
XVII. yüzyıl ortalarına doğru pek çok darphânenin kapatılması, gümüş Akçe basımının durdurulması ve bu yüzden ticârette kullanımının azalması, Osmanlı para sistemini çok kararsız bir hâle getirmiştir. Akçedeki düşüş, Osmanlı yönetimi için ciddî sorunları da berâberinde getirmiştir. Para birimi üzerinde kontrolü olmayan bir yönetimin, ekonomi üzerindeki kontrolünün de çok sınırlı olmasının yanında, dağılan para sistemi, politik olarak ağır etkileri olan yabancı paraya olan bağımlılığını da arttırmıştır. 
XVII. yüzyılın ikinci yarısı boyunca, Osmanlı yönetimi, yeni para birimini oturtmak için çok uğraşır ancak mâlî sorunlar ve sürmekte olan savaşlar nedeniyle başarısız oldu.
İstanbul Darphânesi, uzun bir aradan sonra, ilk olarak 1685’te Akçe, daha sonra 1689’da Mangır basmaya başladı.  Bu baskı denemelerinin sağladığı gelirleri gören yönetim, para sistemini yenileme çalışmalarına tekrarlayacak gücü kendinde gördü. XVI. yüzyılın ortalarından beri Osmanlı piyasasında kullanılan büyük gümüş Avrupa paralarını da temel aldılar.
İlk büyük gümüş para 1690 yılında, ülkeye Hollandalı tüccarlar tarafından bol miktarda getirilen Polonya parasına (İsolette veya Zolota) benzetilir. Bu paralar Hollanda Talerinden 1/3 oranında daha ufaktır. Ağırlığı, dirhem standardına bağlanır (3,20 gram), ve %60 gümüş, %40 bakırdan darp edilir. Bu emisyonun en büyüğü 6 dirhem, yaklaşık 19,2 gram ağırlığındadır. Daha sonra 1703’te 8 dirhemlik (25-26 gram) para ve onun ufakları da basılmıştır.
1690’da basılan ilk büyük paraların, Kuruş (Piastre) olarak değil, çok kullanılan Polonya parasıyla karışmaması için Zolata veya Cedit Zolata (Yeni Zolata) olması amaçlanmıştır. Ancak 1700’lü yılların başında daha büyük boy gümüş paraların basılmasıyla, yeni para sistemi tam anlamıyla yerleşmiştir.
Yeni Osmanlı Kuruşu, 120 Akçe veya 40 Paraya eşitlenir. İlk Kuruşlar 6,25 dirhem (20 gram) ağırlığında ve yaklaşık %60 gümüşten darp edilir. Zolta (Zolata), Kuruşun dörtte üçüne, yâni 90 Akçeye eşitlenir. Kuruş ve Zolta’nın küçük birimleri de ayrı ayrı darp edilir.
Savaşlar ve politik karışıklıklar nedeniyle, yeni basılan paraların çoğunluğu olması gerekenden daha düşük gümüş oranıyla basılır, bu durum 1715/16 para reformuna kadar devam eder. Düşük ayarlı, kalitesiz paralar, sahtelerinin de 1720’lere kadar görülmesine neden olur.
1720’lerde, 1 Kuruştan 1 Paraya ve Küçük Akçeye kadar tam takım gümüş paralar piyasada kullanılmaktaydı. Kuruş, Zolta ve 20 Para büyük çaplı ödemeler için kullanılırken, 1, 5 ve 10 Paralar günlük kullanıma hitap etmekteydi. Bu dönemde 1 Akçe 1 Paranın üçte biri değerinde olduğundan, Akçenin pek kullanım yeri kalmamış, Osmanlı’nın kuruluşundan beri temel para birimi olan Akçe, yerini Paraya bırakmıştır. Bu dönemde, İstanbul ve bâzı doğu illerinde çok sınırlı sayıda bakır Para da basılmıştır.

Lira

Sultan Abdülmecit döneminde 5 Ocak 1843'te ''Osmanlı Lirası'' adıyla basıldı. Kâğıt para basılmadan önce kullanılan bu Osmanlı altın parasına ''Sarı Lira'' denirdi. 1 Altın Lira 7,20 gram ağırlığındaydı. 2 Haziran 1854'te çeyrek Lira ve 18 Şubat 1855'te de ikibuçukluk ve beşibiryerdelerin basılmasına başlandı.


Şekil 28- Sultan V. Mehmet Reşat döneminden Sarı Lira, 1909. Ön yüzünde kenarında defne yaprağından çelenk ve alt birleşme yerinde iki tâne çapraz meşâle; orta kısmında Osmanlı tuğrası ve Sultan V. Mehmet Reşat'ın Arapça harflerle imzâsı bulunmaktadır. Tuğranın alt kısmında kaçıncı yıldönümünde (cülûs) basıldığını ve Lira altın olduğunu gösteren Arapça sayılar; arka yüzünden de yine Arap harflerle Osmanlıca İstanbul Darphânesi’nde basıldığını belirten yazı bulunur.

Cumhûriyetin îlânından sonra 12 Ocak 1926'da çıkarılan bir kânunla, piyasada bulunan Osmanlı paralarının yerini almak üzere yeni kâğıt para bastırılması kararlaştırıldı. Londra'da bastırılan 1, 5, 10, 100, 500 ve 1000 TL değerindeki kâğıt paralar, 5 Aralık 1927'den îtibâren eskileriyle değiştirilmeye başlandı. Cumhuriyet döneminde bastırılan paralar üzerinde Latin harfleri 1937'den îtibâren kullanılmaya başlandı. Cumhûriyetin kuruluşundan günümüze kadar 8 emisyon grubunda 23 farklı değerde, 120 tertip banknot dolaşıma çıkarıldı.

Şekil 29- 5 Osmanlı Lirası (1912-13)

Para İle İlgili Terimler


Kese 

Altın ve gümüş paraların muhâfazasında kullanılan torbaya dendiği gibi ayrıca, belli bir miktar parayı bildiren bir terimdir. Akçe için 'kese"; altın için de "sürre" deyimi kullanılmıştır. Fâtih ve II. Bayezit zamânında, 30.000 Akçe veya 10.000 altına “kese” denirdi. Daha sonra Trablus, Tunus ve Cezâyir darphânelerinde basılan "Sultânî” altını keselerinin her biri 1.000’er adetlik olup, 1537'de 100.000, 1660-1661'de 40.000, 1688'den sonra 50.000 Akçeye “1 kese” denilmiştir.
Osmanlıların mâlî konuları dâimâ kese üzerinden yürütülmüştür. 1635'te yapılan ilk bütçe, kese hesâbı ile olmuş, 1876 yılında Birinci Meclis-i Mebûsân'a verilen bütçeye kadar bu usul devam etmiştir.
II. Mahmut döneminde sayılmalarındaki güçlükten dolayı yirmilikten 1.000, onluktan 2.000 adedi bir keseye konulur, bu şekilde 500 Kuruş üzerinden işlem görürdü.
Osmanlı mâliyesinde üç türlü kese vardı: Kise-i Rum 500 Kuruş, dîvânî kese 416 Kuruş, Mısır kesesi 600 Kuruş (sâdece Mısır'da kullanılırdı).
Kese terimi, özel alışverişlerde de kullanılmıştır.

Yük

2 keseden oluşan 40.000 ile 100.000 Akçe arasında değeri değişen para ölçüsüdür.

Sikke-i Hasene

Para yerinde kullanılan bir tâbirdir. Sikke Osmanlılarda biri damga, diğeri nakit yerine olmak üzere iki şekilde kullanılırdı. Doğrudan doğruya para kastedildiği zaman bu tâbir kullanılırdı.

Dirhem-i Ceyyit

Osmanlı'da karışık-bozuk olmayan gümüş para anlamında kullanılan bir tâbirdir.

Firade

Darphânede kullanılan nizâmî ayardır. Altın için binde 916,666, gümüş için binde 930’du.

İrsâliye Akçesi

Mısır'dan her sene gelen, pâdişahların cep harçlığıdır. Bu para XVII. yüzyıl ortalarında 600.000 altın civârındaydı.

Bürgus

Suriyeliler tarafından 1 Kuruşluk Osmanlı gümüş parasına verilen isimdir. Arapçada “pire” anlamına gelen bu kelime, paranın küçüklüğü nedeniyle elden kolaylıkla düşmesinden dolayı bu ismi almıştır.

Akçe-i Büzürg

İlk olarak 1470 yılında Fâtih Sultan Mehmet döneminde basılmış olan yaklaşık 9 gram ağırlığında ve 10 Akçe değerinde çok nâdir bulunan bir gümüş paradır. “Gümüş-i Sultâniye” olarak da bilinir.

Ecnebî Kuruşu

Riyal yerine kullanılan bir tâbirdir. 1650-1656 târihlerinde 2 Ecnebî Kuruşu yâni Riyal, 1 Altın’a tedâvül ediyordu.

Cedit Eşrefî (Cedit Zolata)

Osmanlı dönemindeki gümüş paralardan biridir. III. Ahmet döneminde 90 Akçeye tekâbül ederdi.
İstanbul ve Mısır'da basılan Eşrefî altınlar râyiç olarak eşit tutulmasına rağmen ne ağırlık ne de ayar olarak birbirini tutmuyordu. İstanbul'da basılan yüksek ayarlı altınlar Mısır’a götürülüp burada eritiliyor piyasaya düşük ayarlı Mısır altını olarak sürülüyordu. Bu duruma mâni olmak için bakır ve gümüş ilâve edilen yeni altınlara tuğra basılmış, 300 Akçeye karşılık olacağı benimsenen bu yeni paraya Cedit Eşrefî adı verilmiştir. Bu paralar çoğalıncaya kadar diğer altınların Darphâne-i Âmire’ye getirilerek eritilmesi ve yeni tipte tuğralı olarak darp edilmesine karar verilmiştir. Mısır Beylerbeyi’ne de ferman ile 22 ayarda 100 adedi 115 vezne eşit sikke kesilmesi emredilmiştir.
İlk olarak 1696 yılında II. Mustafa adına darp edilen bu paralar, tuğranın altın üzerinde ilk uygulama olması açısından çok önemli olup örnek teşkil etmiş, her ne kadar Cedit Eşrefî adı verilmişse de halk arasında Eşrefî veya “Tuğralı Altun” adı ile anılmaya devam etmiştir.

Cedit İslâmbol

1715'te basılan altın paralar hakkında kullanılan tâbirdir. Sikke-i Cedîd-i Zer-i İslâmbol da denirdi. 1696'da bastırılan sikkeler para sorununu çözememiş ve pâyitahtta basılan altınlara diğer sikkeler dahî mağşuşiyetten kurtulamamış olduğu için bir yüzüne tuğra diğer yüzüne "duribe fi İslâmbol" olmak üzere yeni sikkeler bastırılmıştı. Bu arada basılan 3’er Kuruşluk altını 1696'da basılan altınlardan ayırmak için bu isim verilmişti.

Cedit Osmanlı Kuruşu

“Tuğralı Kuruş” da denir. III. Ahmet döneminde 120 Akçeye tekâbül ederdi.

Cedit Zincirli (Cedit Zencirikli)

1725’te III. Ahmet döneminde Tebriz Seraskeri’nin talebi üzerine Tebriz’de bir darphâne kurularak burada 24 ayar altından 100 adedi 110 dirhem ağırlığında 400 Akçe kıymetinde altın olarak basılmış paralardır.
Bu paralar önce İstanbul altınları ile eşdeğer tutulmuş, Tiflis ve Revan’da da bu tip darbı gerçekleştirilmiş ancak ayar konusunda tâkip eden günlerde sahtekârlık yapıldığı tespit edilmiş, Tebriz Darphânesi önce uyarılmış sonra İstanbul’da bastırılan örnekler gönderilmiş, yanlışta ısrârın devâmı üzerine bu darphâneler kapatılmıştır.

Cedit Zer-i Mahbub

III. Mustafa nâmına 1757 ve 1759 senelerinde bastırılan paralardır.

Cihâdiye

Sultan II. Mahmut döneminin üçüncü cülus yılında harp masraflarını çıkartmak maksadı ile tedâvül ettirilen yüksek ayarlı gümüş 5 Kuruştur.

Kara Kuruş

Mevcut ekonomik sıkıntıyı gidermek için II. Mahmut'un 21. cülus yılında akıl edilen bu dâhiyâne buluş netîcesi, %17-%22 arasında değişen düşük ayarlarda gümüş ile para basılmış, bu paralar halk tarafından kullanıldıkça içeriğindeki yüksek bakır oranı sebebi ile kararmaya başlamış ve bu Kuruş’a Kara Kuruş veya bu tip paralara (5 Kuruş, 100 Para, 40 Para, 20 Para, 10 Para) “Kara Kuruş aksâmı” denmeye başlanmıştır.

Atîk Rûmî

II. Mahmut zamânında basılan paralardandır. Halk arasında "Yazılı Mahmûdiye" olarak bilinir. 1816-1821 arasında dört defâ basılmıştır.

Cedit Rûmî

II. Mahmut zamânında basılan altın paralardandır. Halk arasında “Yazılı Mahmûdiye” olarak bilinir. 1816-1832 arasında altı defâ basılmıştır.

Mecidiye

20 Kuruş değerinde gümüş paradır. Sultan Abdülmecit, 1840’ta para ayarlarının düzenlenmesiyle ilgili fermânıyla eski sikkelerin kaldırılmasını buyurdu. 1840’ta yeni sikkelerin (paraların) basılmasına başlandı. 500 Kuruşluk (beşibirlik), 100 Kuruşluk (yüzlük), 50 Kuruşluk (ellilik) altın Mecidiye, gümüş Mecidiye basıldı. 1848’de 250 Kuruşluk altın Mecidiyeler çıkarıldı.
Altın ve gümüş Mecidiyelerin bir tarafında pâdişâhın tuğrası ve cülûsunun kaçıncı yılında basıldığını gösteren bir rakam; diğer tarafında da İstanbul’da basıldığını gösteren bir ibâre ile 1255 (1839) rakamı vardır.
Bakır karışımıyla yapılan altın Mecidiyeler %0,9165 ayarında, 7,2 gr ağırlığındaydı. Gümüş Mecidiyelerse %0,830 ayarındaydı. Mecidiye ve küçükleri olan gümüş sikkeler cumhuriyet devrine kadar tedâvülde kaldı.
Umûmiyetle Mecidiye denilen gümüş paraya “Sim Mecidiye” veya “Beyaz Mecidiye” de denirdi.

Kâime-i Mûtebere

Osmanlı’da ilk kâğıt para imparatorluğun son dönemlerinde bastırıldı.
Sultan Abdülmecit'in tahta çıktığı sıralarda devlet büyük bir para sıkıntısı içinde bulunuyordu. 1840 yılında, 160 bin Osmanlı Altını karşılığında "Kâime-i Mûtebere" adı verilen kâğıt paralar çıkarıldı. Bunların en büyüğü 500, en küçüğü 10 Kuruşluktu.

Şekil 30- 50 Kâime, Sultan Abdülmecit dönemi, 1860-61.
Aynı yıl, 400 bin Osmanlı Altını karşılığında 50, 100 ve 500 Kuruşluk olmak üzere daha küçük boyda paralar basıldı. Bu paraların üzerlerinde tuğra, altlarında Mâliye Nâzırı'nın mührü, arkalarında ise "Nezâret-i Celîle-i Mâliye" damgası vardı. 
Ancak ne var ki, kalpazanlık dünyâda o zamanlarda da vardı. Avrupalı ve Amerikalı kalpazanlar Türkiye'ye sahte kâimeler sokmaya başladılar. Yalnızca Amerika'da basılan Kâimelerin tutarı 12 milyon Kuruş’u geçiyordu. Bununla baş edilemedi ve 1852 yılında kâğıt paraların imhâ edilmesine karar verildi.
1861 yılı Ağustos ayı sonuna kadar piyasadaki kâğıt paralar değiştirildi. Kâimeler 1863 yılında tedâvülden kaldırıldı. Ancak, halk arasında para için hâlâ "kayme" tâbiri kullanılmaktadır.

Devalüasyon

Sâbit kur sistemlerinde ödemeler dengesi açık veren ülkenin ulusal parasının dış satın alma gücünün, hükûmetçe alınan bir kararla düşürülmesidir. Başka bir deyişle devalüasyon, bir devletin resmî para biriminin diğer ülke dövizleri karşısında değer kaybettirilmesidir. Bu yolla ithal malları pahalılaşırken yerli malların fiyatı da aşağı çekilmiş olur.
Eski Yunan ve Roma'da devalüasyon, paranın temsil ettiği mâden miktarının azaltılması yoluyla gerçekleştirilmekteydi. Belli bir altın ve gümüş miktarından basılan sikke miktarının çoğaltılması, para değerinin düşürülmesi sonucunu doğurmaktaydı. XIX. yüzyılda ise kâğıt para miktarının arttırılması sonucu meydâna gelen enflasyon, iç fiyatların artışı ve banknotların altın'a tahvil kâbiliyetini yok ederek, para değerinin düşüşüne yol açmıştır. Böylece millî para biriminin karşılığı kabul edilen altın miktarı indirilmiş ve kambiyo kurları da buna göre ayarlanmıştır.
Günümüzde mâdeni-altın para sistemi olmadığından yerli para biriminin değerinin düşülmesine, iç fiyatların yükselmesi sonucu elde edilemeyen döviz gelirleri dolayısıyla girişilmektedir. Başlıca ihrâcâtı teşvik etmek için yerli para birimi değeri, belli bir yabancı para esas alınmak sûretiyle ayarlanmaktadır. Ancak bu tür bir uygulamanın başarılı olabilmesi için, devalüasyon sonrası iç fiyatların artışının önlenmesi, yabancı ülkelerin ithâlat kısıtlamalarına başvurmaması gerekmektedir.
Türkiye'de 1946, 1958 ve 1970 yıllarında istikrar programları çerçevesinde büyük devalüasyon yapılmıştır. 1977-1980 arası belirli aralıklarla yapılan devalüasyonlar o târihten bu yana günlük ayarlamalara dönüşmüştür. Ne var ki, kambiyo denetimi hâlâ geçerli olduğundan günlük ayarlamalar, para değerini piyasa şartlarına göre serbestçe belirlenmesi anlamına gelmemektedir. Türkiye'de para birimi düşürülmesi işlemi, Türk Lirası'nın Amerikan Doları karşısındaki değerine göre yapılmakta ve çapraz kurlar, dolara göre belirlenmektedir. Ülkemizde en büyük devalüasyon, % 221,4 oranıyla 4 Ağustos 1958'de gerçekleşmiştir.
Türkiye'de;

  • 7 Eylül 1946 yılında %115,4 oranında,
  • 4 Ağustos 1958 yılında %221,4 oranında,
  • 10 Ağustos 1970 yılında %66,6 oranında,
  • 21 Eylül 1977 yılında %10 oranında,
  • 1 Mart 1978 yılında %29,9 oranında,
  • 10 Haziran 1979 yılında %77,7 oranında,
  • 24 Ocak 1980 yılında %48,6 oranında,
  • 5 Nisan 1994 yılında %104 oranında,
  • 23 Şubat 2001 yılında %40,6 oranında devalüasyon gerçekleştirilmiştir.

Osmanlı’da Devalüasyon (Tağşiş)

Osmanlı Devleti’nin temel para birimi Akçe idi. Mangır veya Pul denilen bakır paralar günlük alışverişte geçerliydi. Akçe gümüştendi. Büyük işlerde, ihrâcatta, birikimde ise altın para kullanılırdı. Osmanlı önce başka devletlerin altın parasını dolaşımda tuttu. XVII. yüzyıla kadar bu altın sikkelerden en meşhurları “Yaldız Altını”, “Efrenciyye” denilen Venedik Dukasıdır. Mısır'dan gelen, Eşrefî denilen altınlar vardı.
Para sistemi altın ve gümüşe dayanan bir sistemdi. Paranın değeri bu mâdenlere göreydi. Altın ve gümüş fiyatı değiştikçe kur (sikke fiyatı) değişiyordu.
Tağşişte devlet dolaşımdaki sikkeleri toplar, bunların mâdeni içeriğini azaltır, yeniden piyasaya sürerdi. XVIII. yüzyıla kadar bu işlem gümüş parada yapıldı. 1580'in Akçesinde 0,61 gr olan saf gümüş, Orhan Bey'in ilk Akçelerinde 1,04 gramdı (%40'lık bir düşüş olmuştur).
Tağşişin en sık görüleni devletin piyasaya daha fazla para sürerek ek gelir elde etmesidir (hem devalüasyon, hem ek para basma). Mêmurların alım gücü düşünce yeniçerilerle birlikte ayaklanıyorlardı. Beylerbeyi Vakâsı'nda para işleri sorumlusu Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa'nın kellesi istenmiş, pâdişah paşayı asmıştır.
Tağşişten sonra fiyatlar yükselirken satın alma gücü düşer, hayat pahalılığı artardı. Ayrıca yerli paranın bu düşüşüyle piyasaya Avrupa paraları girer, bir süre sonra onların da sahtesi ürerdi.
Akçenin değeri gitgide düştü ve kullanılamaz hâle geldi. “Para” adıyla 3 Akçe değerinde bir sikke basıldı. XVII. yüzyıl başında 120 Akçe değerinde büyük gümüş Kuruş tedâvüle sürüldü. Temel para birimi Osmanlı Kuruş’u oldu. Ama yüzyıl sonunda %80 devalüasyona uğramıştı.
Tağşişlerin sonuçları: Devlet gelirlerinin önce artmış görünmesi sonra düşmesi, yabancı sikkelere kaçış, kalpazanlık, devletin iç piyasalardan borç almasını güçleştirme ve en önemlisi siyâsal muhâlefet. Devlet, yeniçerileri yok ederek tağşişe devam etti.

Osmanlı Para Politikası


Osmanlı Devleti, parasal uygulamalarını Roma ve Bizans'tan, Ortaçağ İslam devletlerinden, Moğolların İran'da kurduğu İlhanlılar Devleti’nden, İtalyan kent devletlerinden İspanya'ya kadar, Akdeniz havzasının önde gelen sistemlerinden etkilenerek icrâ etmiştir.
İslam geleneğine bağlı bulunan Osmanlılar için sikke, hutbe ile birlikte egemenliğin iki önemli simgesinden biri olmuştur. Altın ve gümüş sikkeler ticârî bir meta hâlinde elden ele dolaştıkça, hükümdarlığın gücünü ve otoritesini de ülkenin en ücra noktasına kadar ulaşmasında etkili olmaktaydı. Osmanlılar, paranın bolluğu ve piyasalardaki geçerliliği ile ticâret ve ekonominin canlılığı arasındaki ilişkinin bilinci içerisinde olmuşlardır. Ayrıca Osmanlı Devleti, uzun mesâfeli ticâret yollarının hâkimiyetini üzerlerine aldıktan sonra, uluslararası ticâretin istikrârı için para düzenini korumaya özen göstermişlerdir.
Balkanlardan Mısır'a, Kafkaslardan Mağrib'e kadar imparatorluğun geniş bir bölümü ile ticârî ilişkiler ağı geliştirilmiştir. XV. yüzyılın ikinci yarısında Doğu Akdeniz'deki ticâret yolları denetim altına alınırken, batıdan gelen altın ve gümüş akışını özendirdiler. Bu, Osmanlılara Selçuklulardan mîras kalan bir uygulamaydı. Yâni, dışarıdan gelecek olan kıymetli mâden akışı ile para arzının kaynağının daralmaması amaçlanıyordu. Yine Osmanlılar, sarayda ve şahısların ellerinde bulunan altın ve gümüş eşyânın yaygın şekilde kullanımını yasaklamış, bunların para hâlinde kullanılması istenmiştir.
Bütün geleneksel ekonomilerde olduğu gibi, Osmanlı ekonomisi de, mâdeni para rejimine dayanıyordu. Para rejimimin temeli “Akçe” adı verilen saf gümüşten kestirilen bir sikke üzerine kurulmuştur.
Mâdenî sikke tedâvülünde ödeme imkânları, doğrudan doğruya mâdenin elde edilmesine bağlıdır. Sikke basılan mâdenlerin azalıp çoğalması, para arzını, fiyatları ve ticâret hacimlerini etkilemektedir.
Selçuklularda olduğu gibi Osmanlılar da, birçok şehir ve kasabalarda pâdişah adına para kesecek "darphâne" kurulmuştur. Darphâneler, genellikle önde gelen ticâret ve şehir merkezleri ile mâden yataklarının yakınlarında bulunmaktaydı. Anadolu'da; Bursa, Amasya, Ayasuluk, Konya, Canca (Gümüşhâne); Balkanlarda Serez, Sidrekapsi, Srebrenika, Novar önemli darphâne ve mâden merkezleridir.
Devlet tarafından tespit edilen ve darphânelere gönderilen sikke standartlarında, 100 dirhem "hâlis ayar" gümüşten kaç adet Akçenin darp edileceği kânunnâmelerle belirtilmiştir. Akçenin üretimi esnâsında gümüşün içine bakır ya da başka düşük, ucuz bir metal katmak kânunla yasaklanmıştır. Her darphânenin yönetiminde, ulûfe ile veya iltizam usûlü yetkili bir emin bulunmaktaydı. Emredilen miktardan Akçe kesilmesini sağlayan "sâhib-i ayar" ve "üstad" gibi görevliler, sikkelerin ayar ve ağırlıklarının standartlara uygun olup olmadığını kontrol etmekle mükelleftiler.
Osmanlı para târihinde, para sistemleri XVIII. yüzyıla kadar olan zaman zarfında iki devre hâlinde değerlendirilmektedir. Bunlardan birincisi gümüşe dayalı mono-metalist (tek mikyaslı) devre ki; bu dönem, 1300 yılından 1477'ye kadar “Akçeler dönemi” olarak bilinmektedir. İkinci devre ise, altın-gümüş bimetalist (çift mikyaslı) devre; Osmanlı Devleti'nin mâlî, iktisâdî ve siyâsal olarak güçlü olduğu, altın, gümüş ve bakır sikkelerden oluşan üçlü bir para sistemi geçerli olmuştur.

XVII. Yüzyılda Tedâvülde Olan Osmanlı Paraları

Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan önce ve kurulduktan bir süre sonrasına kadar Selçuklu ve İlhanlı sikkeleri kullanılmıştır. Osmanlılarda ilk sikke, devletin kurucusu Osman Bey (1299-1324) zamânında basılmıştır. Bu gümüş Akçenin her iki yüzünde de “Osman bin Ertuğrul yazılı olup, darp yeri ve târihi bulunmamaktır. Fakat üzerinde durulan ortak nokta, Osmanlıların, İlhanlıların dağılmasından sonra, bağımsız olarak ilk Osmanlı Akçesini, Orhan Bey döneminde 1326 yılında darp edilmiş olduğudur. Orhan Bey döneminde darp ettirilen ilk gümüş Akçelerin üzerinde "Orhan halledallahü mülkehü" (Allah mülkünü daim kılsın) veya "es-Sultân'ül a'zam Orhan bin Osman halledallahü mülkehü" gibi ifâdeler ile darp yeri olarak Bursa'nın adı geçmektedir. İlk basılan Akçe bir miskalin dörtte biri, yâni 6 kırat ağırlığındaydı. İlk bakır para da I. Murat döneminde; “Sultânî” adı verilen ilk altın para ise Sultan II. Mehmet döneminde 1478 yılında darp edilmeye başlanmıştır. Ancak yine Fâtih döneminde, İstanbulEdirne ve Üsküp'te “Frengî Filori” (duka), ‘Tutulî Filori’ (Cenova altını) ve “Eşrefiye” (Mısır altını) gibi yabancı altın paralar da darp edilmiştir.

Altın Paralar

Osmanlı’nın Kuruluş Dönemi olarak nitelendirilen ilk 150 yıllık dönem içerisinde gümüş Akçe özellikle yerel işlemlerde ekonomiye ve devlete bir hayli kolaylık sağlamıştır. Ancak, toprakların genişlemesi ve ticâret yollarının denetim altına alınması ile tüm Doğu Akdeniz'de kabul görecek bir ödeme aracının oluşturulması ve piyasalarda kabul görmesi gerekmekteydi. Bu yüzden Osmanlılar altın parayı darp ettirmeyi gerekli görmüşlerdir.
Ortaçağ boyunca gümüş paraya bağımlı kalan Avrupa, XIII. yüzyıldan îtibâren ticârette etkin olan İtalyan kent devletleri sâyesinde altın sikke kullanımını yaygınlaştırmalardır. Özellikle, Venedik Dukası ve Floransa Filorisi en önemli Avrupa altın paralan durumundaydı. XV. yüzyıl ortalarına gelindiğinde Venedik Dukası yalnızca Akdeniz'de değil, o dönemin uluslararası ticâretinde en yaygın olarak kullanılan altın parası durumundaydı. Venedik Dukası Osmanlı piyasalarında da prim yapan ve tutulan bir sikke olmuştur. Fakat bu para, cârî işlemlerde kullanılmayıp, yalnızca hesaplama işlemlerinde, vergi veya haraç tahsîlâtında, servet saklama gibi durumlarda da kullanılmıştır.
Fâtih, İstanbul'un Fethi'nden hemen sonra, elde edilen ganîmetlerden yararlanarak altın para basma tecrübesine girişti. Bu dönemde basılan Osmanlı altın paralan, Venedik ve Ceneviz altın paraları örnek alınarak darp edilmekteydi. Osmanlılar kendi adlarına bastırdıkları "Sultânî" veya "Hasene-i Sultâniye" adını verdikleri altın sikkeleri ilk kez 1477-78 yılında İstanbul'da bastırdılar. Darp ettirilen ilk altın sikkenin ayar ve çapında Venedik Dukası standart olarak alınmıştır.
Sultanî üretimi I. Selim'in saltanâtı yıllarında, Doğu Anadolu'da, Suriye ve Mısır'da darp ettirilmiş ve Kânûnî döneminde üretim bakımından önemli artışlar göstermiştir. Bu dönemde, Balkanlarda Sidrekapsi ve Kratova'daki darphâneler ile İstanbul ve Kâhire önemli altın sikke üretim merkezleri olmuştur.
Osmanlılar, Sultânî’nin yanında Memluklar tarafından 1425 yılından beri kullanılan ve I. Selim'in Mısır'ı fethi ile Osmanlı piyasalarında da tedâvül eden, "Eşrefî" veya "Şerefî Altun" adı verilen parayı da kullanmışlardır. Ayrıca Venedik altınından daha düşük değerli olan "Macar Altunu" veya “Engürüs Altını” olarak tanımlanan Macar altın sikkeleri de kullanılmaktaydı. Yine az da olsa bu dönemde, Alman Dukası ve Hollanda Dukası da yabancı altın sikke olarak kullanılmıştır.

Gümüş Paralar

XVI. yüzyılın büyük bir bölümünde yaklaşık 0,7 gr. ağırlığında kalan gümüş Akçe, Osmanlı para düzeninin temel taşını oluşturmuştur. Akçe, yüzyılın son yıllarına kadar tedâvül eden ve küçük ücretler, gündelik alışverişler için kullanılan para olmuştur. Akçe (Osmânî) aynı zamanda Anadolu ve Balkanlarda en önemli hesap birimi hâlindeydi. Küçük ve orta ölçekli parasal büyüklükler ile daha büyük parasal miktarların önemli bir bölümü Akçe ile ifâde edilmiştir.
XVII. yüzyılın sonunda Akçe reel para olarak dolaşımdan kalkmış ve yalnızca mâliye servislerinde muhâsebe sikkesi olarak kullanılan bir değer birimi hâline gelmiştir. Bu yüzyıl içerisinde Akçe, “Beyaz Akçe”, “Çil Akçe”, “Sağ Akçe” gibi adlandırmaların yanı sıra; düşük ayarlı ve tağşiş edilmiş olan, içine bakır karıştırılmış sikkeleri ifâde eden; “Kalb-i Zayuf Akçe”, “Mağşuş Akçe”, “Kızıl-Kırpık Akçe” ve “Füls-i Ahmer” gibi tanımlamalarla da ifâde edilmiştir.
Büyük gümüş sikkeler (Guruş) ilk defâ II. Süleyman devrinde bastırılmıştır. Fiîlen ilk Osmanlı Guruşu 1687/88'de darp edilmiş ve ağırlığı İstanbul vezni ile 6 dirhem (19,24 gr.), ayarı binde 898 olarak tespit edilmiştir.
XVI. yüzyılda değerli mâdenlerin bollaşması ile Avrupa'da “Testoon” adı verilen ve ağırlıkları 7 ile 9 gram arasında değişen gümüş sikkeler, daha sonra Taler veya Crown adı verilen 25-30 gramlık büyük gümüş sikkeler piyasaya sürülmeye başlandı. Özellikle Amerika Kıtası’nın keşfinden sonra Meksika, Peru menşêli Sevilla sikkeleri, Avrupa ülkeleri ve Osmanlı topraklarında yaygınlaşmıştır. “Tam” veya “Kâmil” unvânı ile anılan, Riyalî sekizlik İspanyol Guruşları kısa bir sürede halk arasında ve devletin mâliye bürolarında büyük bir îtibar kazanarak piyasalara hâkim olmuştur. Yine bu dönemde en çok tutulan bir diğer sikke de, Hollanda parası olan ve üzerindeki aslan figüründen dolayı “Esedî Guruş” ya da "Arslanî Guruş" adı verilen paralardır. Sağlam, emin ve değerli mâden içeriği ile iyi bir ağırlıkta olan bu para, XVI. ve XVII. yüzyıllarda yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Bir diğer yabancı gümüş para da Polonya sikkesi olan "Zolata" veya "İsolette" dir. İlke olarak Polonya sikkesi olmasına rağmen Venedikliler, İngilizler ve Hollandalılar tarafından taklit edilmiştir. Genellikle İstanbul'da kabul görmüş, pek yaygın olmayan bir para birimidir.
Osmanlı Devleti, fetihlerle kendisine dâhil edilen eyâletlerdeki mahallî paraların da kullanılmasına müsâade etmiştir. Bunlar "Karaca Akça", "Şahrûhî", "Tenge", "Tengce", "Hasanbegî" adıyla anılan sikkeler olup bir müddet sonra tasfiye edilmişlerdir. Ayrıca, Bağdat ve Basra darphânelerinde "Lari" ve "Muhammedî" denilen gümüş sikkeler darp edildiği gibi, Trablusgarp, Cezâyir ve Yemen'de mahallî gümüş paralar tedâvül edilirken, Budin'de "Penz" geçerli olmuştur. Bunların hâricinde Mısır'da kullanılan "Müeyyidî" veya "Medin" (nifsi fidda), "Pare" adı verilen gümüş sikkeler de kullanılmıştır. Bu para daha sonraları Diyarbekir ve Canca (Gümüşhâne) darphânelerinde de bastırılmıştır. Bilhassa Pare, Osmanlı para sisteminde çok önem kazanarak, XVII. yüzyılın sonlarına doğru Akçanın yerini almıştır.

Bakır Sikkeler

Osmanlı para sisteminin en alt basamağında yer alan bakır para, bünyesinde barındırdığı mâden içeriğine göre değil, devletin tespit ettiği değerler üzerinden işlem görmüş olan sikkeler grubundandır. Osmanlılar ilk bakır sikkeyi I. Murat döneminde bastırmışlardır. Bu paralara "Mankur", "Mangur" denildiği gibi, “Sikke-i Nühasiye” veya "Kızıl Mangır" adı da verilmiştir.
Mangırlar, XV. ve XVI. yüzyılın ikinci yarısına kadar günlük alışverişlerde oldukça işe yaramışlardır. Meselâ, 1 okka (1280 gr) ekmeğin 1 Akçe olduğu dönemde, günlük ihtiyaçların karşılanması için bakır paralara ihtiyaç duyulmuştur. Fakat sikke tashihleri ile değerini ve satın alma gücünü kaybeden Akçe karşısında bakır paralar XVII. yüzyıl içerisinde kullanılmamışlardır.
1630'lardan 1680'lerin sonuna kadar olan dönemde bakır sikke üretimi yapılmamıştır. Bunun çeşitli sebepleri olmakla birlikte, idârî ve teknolojik nedenleri daha ağır basmaktadır. Devlet, taşrada bakır sikke basma hakkını müzâyede yoluyla özel girişimcilere satmaktaydı. Mangırların îtibârî değeri Akçenin kesirleri olarak belirlendiği için, sikke tashihleri ile bu değerler üretim mâliyetlerine yansımış ve bakır sikke üretimi de özel girişimciler için kârlı bir iş olmaktan çıkmıştır. Bu durum karşısında bakır (Mangır) sikke üretimi yapılamamıştır.
Yüzyılın sonlarına doğru devlet, çeşitli mâlî sıkıntılarla karşı karşıya kalınca, 1688'de bakır para basımını yeniden ele almıştır. 1 okka arı bakırdan 800 Mangır kesilmiş ve 2 Mangır 1 Akçeye gelecek şekilde ayarlanmıştır. Mangırlar halk arasında bu dönemde büyük îtibar kazanmış ve değeri 1 Akçeye kadar çıkarılmıştır. Daha sonraları kalpazanların sahte Mangırları piyasaya sürmesi ve tüccarların bu iş üzerinden para kazanmaya çalışmaları ile halkın bakır paraya olan güveni sarsılmış, kısa bir süre sonra da tedâvülden kaldırılmıştır. Daha sonraki zamanlarda yeniden bakır sikke basımı gerçekleşmiş ve XVIII. yüzyılın ilk yıllarından îtibâren ihtiyaçlar doğrultusunda daha da artarak devam etmiştir.
XVII. yüzyılın son dönemlerinde tatbik edilen bakır para basımı, devletin uzun dönemli bir para reformu yapabilmesi için gerekli finansman kaynağı sağlamıştır. 1589’dan îtibâren 1640'lı yıllara kadar yapılan sikke tashihleri ile bozulan Osmanlı para düzeni, yüzyılın sonlarına doğru yeni bir düzenleme ile Akçenin yerine büyük boy sikkelerden oluşan "Guruş" adı ile anılacak olan bir para birimi meydâna getirilecektir.

Sikke Tashihleri Sikke Tecditleri Dönemi

Osmanlı pâdişahları tahta geçer geçmez ilk iş olarak kendi adlarına hutbe okutup, sikke kestirirlerdi. Sultan, kendi adına kestirdiği yeni Akçeleri tedâvüle çıkardığında selefine âit Akçelerin tedâvülünü de yasaklamaktaydı. Eski Akçe yasağı kararı, tedâvüldeki bütün paraların yeniden darphâneden geçmesi ve darphânelerin yoğun bir çalışma dönemine girmesi demekti. Osmanlı hükümdarları; I. Bayezit'ten başlayarak, mâlî bir tedbir olmak üzere, devlete gelir sağlamak için hareket etmişler ve eski Akçeleri yasaklayarak yenilerini tedâvüle çıkartmışlardır ki buna, "sikke tecditleri" adı verilmektedir. Sikke tecditleri ve eski Akçe yasakları ile hazîneye, darphâne hakkı ve darp ücretlerinden elde edilen bir gelir de sağlanmaktaydı. Bu geliri belli bir sürelerde elde etmek ve zaman zaman kendini gösteren hazîne darlığına çâre olmak endişesi, sultanları bir cülus hâdisesi olmadan da sikke tecdîdi politikasını uyguladıkları görülmüştür. Nitekim II. Mehmet’in bu politikaya defâlarca başvurduğu bilinmektedir.
Fâtih, sikke tecdîdi ile birlikte Akçeyi tağşiş ediyor, yâni ağırlığını (48 mgr) düşürüyor ve böylece ufak çaplı bir devalüasyon kârını da hedef almış oluyordu. Fâtih, bu tağşiş uygulamalarını, 1444 yılındaki ilk cülûsunda, 1451 yılındaki ikinci cülûsunda, daha sonra 1460/61, 1470/71, 1475/76 ve 1481 yıllarında gerçekleştirmiştir. Fâtih'in saltanâtı sırasında tağşişlerin düzenli bir vergi hâline dönüştürüldüğü ve merkezî hazînede büyük rezervler birikmiş olsa dahî, tağşiş uygulamasından vazgeçilmediği anlaşılmaktadır.
Tağşişlerden en fazla zarar gören kesimler ise, Akçe üzerinden sâbit ücret alan, yeniçeriler ve devlet görevlileri olmuştur. Nitekim Fâtih'in ilk kez tahta çıktığında uygulanan tağşiş işleminden sonra maaşlarını, ağırlığı ve gümüş içeriği düşük paralarla alan yeniçeriler, başkent Edirne'de bir tepede toplanarak isyan girişiminde bulundular. Gelen tepkiler karşısında geri adım atmak zorunda kalan Fâtih, yeniçerilerin günlük ücretlerini 3 Akçeden 3,5 Akçeye çıkarmak zorunda kalmıştır. Bu nedenden dolayı bu isyan târihte "Buçuktepe Vakâsı" olarak bilinmektedir.
Tağşişler, yönetici sınıf içinde, hoşnut olmayan çeşitli fraksiyonlar için mücâdeleyi sokağa dökme fırsatı veriyordu. Bu olaydan sonra Fâtih, tahtı babası II. Murat’a bırakmak zorunda kalmıştır. II. Mehmet’in 1451 yılında ikinci kez tahta çıkmasından sonra da tağşiş uygulamalarına devam etmiştir. Bu dönemde uygulanan fetih politikalarının başarılı olması yeniçerilerin ve diğer toplumsal kesimlerin muhâlefetini engellemiştir.
II. Mehmet'in ölümünden sonra II. Bayezit'in Cem Sultan'ı saf dışı ederek tahta geçebilmesi için, babasının saltanâtı sırasında gücendirdiği kesimlerle anlaşarak, toprakların bir bölümünü geri verdiği gibi, tağşişlerden vazgeçeceğine ve bir defâdan fazla para basmayacağına dâir vaatte bulunmak zorunda kalmıştır. Her ne kadar Bayezit bu vaadi vermek zorunda kalmışsa da, bu dönemde Akçe yasakçıları ve gümüş arayıcıları görevlendirilmiş, ancak politikada aşırılığa gidilmemiştir. Nitekim 1491'de yapılan ufak bir para ayarlaması olaysız geçmiştir.
1491'den 1565'e kadar geçen süre içerisinde tecdîd-i sikke operasyonuna gerek duyulmamıştır. Bunun nedeni, bu dönem içinde Osmanlı hâkimiyeti altına giren Mısır ve Doğu Akdeniz'in, hazîne gelirlerinde meydâna getirdiği nispî bir bolluğun yaşanması olmuştur. Fakat 1565’ten sonra paranın yeniden ayarlanması bir zarûret hâlini aldı ve 100 dirhem gümüşten 420 yerine 450 Akçe kesilmesine karar verildi. 1566'da Kânûnî'nin ölümüne kadar gerek ağırlık, gerekse kıymet bakımından istikrârını koruyan Akçenin değeri bu târihten îtibâren devamlı tağşişlerle azaltıldığı gibi, bir taraftan da tedâvülde bulunan kalb ve kırkılmış Akçelerin sahihlerinden fazla olması, Akçeye olan îtimâdı da sarsmıştır.
Aslında bu dönemden îtibâren devlet teşkîlâtında ortaya çıkan bozukluklara paralel olarak, sikke usûlünde de ciddî problemlerle karşı karşıya kalınmıştır. Özellikle III. Murat döneminde daha da artan devlet masraflarıyla birlikte hissedilen para sıkıntısı kalpazanlık, hîlekârlık, rüşvet gibi faâliyetlerin de yoğunlaşmasına yol açmıştır. Bununla birlikte kalp para basanlar, Akçenin kenarını yontarak içerisindeki gümüş miktarını çalan veya kırpmak sûretiyle yapılan azalmalar sonucu, resmî fiyatı 60 Akçe olarak tespit edilen altının, halk arasında 80 veya 100 Akçeye kadar yükselmesine yol açmıştır. Ayarı bozuk paralar, çarşı ve pazarlardaki eşyâ ve yiyecek fiyatlarını ölçüsüz bir şekilde arttırmış, ihtikâr ve karaborsa kazançları, toplum içindeki huzursuzlukların doğmasına yol açmıştır.
Yine bu dönemde, Amerikan menşêli kıymetli mâdenlerin, özellikle gümüşün Osmanlı ülkesine yoğun bir şekilde girmesi sonucu, gümüşten mâmul Akçenin altın karşısında değer kaybetmesine yol açmıştır. Paranın sürekli değer kaybetmesi, özellikle ellerinde büyük para stokları bulunan sarrafları kalpazanlık ve spekülasyon faâliyetlerine yönelmesine sevk etmiştir. Bu işlerde ise özellikle Yahudilerin rolü çok büyük olmuştur.
Osmanlı Devleti, Akçenin piyasalarda kabul görmesi için dâimâ sahih olması şartını aramıştır. Devlet, gerek kalpazanlık gerekse Akçe kırkıcılığının tâkibini ve kontrolünü yapamaması nedeniyle, neredeyse tedâvüldeki paralar bozuk, kırkık veya tağşiş edilmiş duruma gelmiştir. Bu yüzdendir ki devlet "sikke tashîhi" denilen ameliyelerle Akçenin kıymetinde ayarlamalar yapmayı gerekli görmüştür.

Sikke Tashihleri ve Mâhiyeti

Sikke tashihleri, herhangi bir nedenle tedâvülde bulunan paranın ayar ve ağırlığı standart olmaktan çıkıp, resmî fiyatları ile piyasa fiyatları arasındaki farkın artması sonucu devletin parayı standart hâle getirmek için giriştiği faâliyetlere denilmektedir. Bu da, tedâvülde bulanan vezin ve ayarı bozuk paraları toplayarak, yerine bir önceki kânûnî vezinden, genellikle daha düşük bir ağırlıkla, yeni bir paranın çıkarılması sûretiyle yapılırdı.
Sikke tashihlerinin başlıca iki sebebi bulunmaktadır: Bunlardan birincisi, Akçenin ayar ve ağırlığında meydâna gelen azalmalar yâni para devalüasyonları; ikincisi, altın karşısında Akçenin değer kayıplarıdır.
Akçenin ayar ve ağırlığı, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan İstanbul'un Fethi'ne kadar 1 gr civârında ve ayarı da 90 olacak şekilde korundu. Ancak II. Mehmet döneminde sistemli bir tağşiş politikası ile ağırlığı düşürülmüştür. Fâtih'in son dönemlerinde 100 dirhem gümüşten 400 adet kesilen Akçenin ağırlığı 0,731 gr civârındaydı. II. Bayezit döneminde Akçenin vezni, 100 dirhem gümüşten 426,5 adet, Yavuz Selim döneminde 100 dirhemden 400 adet, Kânûnî'nin ilk yıllarında 100 dirhemden 457 adet, II. Selim döneminde 100 dirhem gümüşten 525 adet, III. Murat döneminde ise 100 dirhem gümüşten 800 adet kesilmesi ile 0,384 grama kadar gerilemiştir. Akçenin kıymet kaybı bununla kalmamış 100 dirhem gümüşten 1.200 hattâ 2.000 züyuf Akçeye kadar çıktığı görülmüştür.
Tashihlerin ikinci bir nedeni de; Akçe, gram gümüş cinsinden fazlasıyla küçülürken, altının Akçe karşısında aşırı değer kazanmasıdır. II. Murat döneminde 36 Akçe olan Filori Altını, Fâtih'in son zamanlarına doğru 46-47 Akçeye, 1497'de 55 Akçeye yükselmiştir. I. Selim ve Kânûnî döneminde Sultânî ve Filori’nin değeri 55 Akçe olarak sâbit kalmıştır. 1566'dan îtibâren 60 Akçeye yükselen altın, 1585'te 110 Akçeye, 1586'da 120 Akçeye kadar yükselmiştir. Bu dönemde, Avrupa paraları da (Esedî Guruş, Riyalî Guruş) Akçe karşısında değer kazanmıştır. 1585'e kadar 40 Akçe olan Guruş bu târihten sonra 65 Akçeye, 1586'da iki kat kıymet kazanarak 80 Akçeye kadar yükselmiştir.

Sikke Tashihleri Dönemi

Osmanlı para târihinde XVII. yüzyılın ortalarına kadar; 1589, 1600, 1618, 1624 ve 1640 yıllarında olmak üzere, beş defâ sikke tashih operasyonu yapıldığı bilinmektedir. Akçenin standartlaştırılması için ilk teşebbüs III. Murat devrinde olmuştur. 1585 yılında %62,5, 1588 yılında ise %23 nispetinde olmak üzere iki para ayarlaması yapılmıştır. 1585 yılında yapılan bu ayarlama Akçe târihindeki ilk büyük devalüasyon olarak bilinmektedir. Fakat eski Akçelerin tedâvülden kaldırılıp, yerine süratli bir şekilde yenilerinin çıkartılamaması ve Akçenin altın karşısında aşırı değer kaybı, yapılan ayarlamaların sonuçsuz kalmasına yol açmıştır. Nitekim bu sıralarda tedâvülde bulunan "sağ Akçeler" ya piyasadan çekilmiş ya da kırkılmış bir vaziyete gelerek, altın fiyatlarının 135-150 Akçeye çıkmasına neden olmuştur.
Bu duruma bağlı olarak eşyâ ve yiyecek fiyatları da nispetsiz bir şekilde yükselmiş, fırsattan yararlanan ihtikâr erbâbı karaborsa fiyatlarla cebini doldurarak, halk ve sâbit gelirlileri soymaktaydı. Gelişen bu hâdiseler karşısında devlet, sikke râyiçlerinin belirlenmesi ve düzene girmesi için tashîh-i sikkeyi gerekli görmüştür.

1589 Yılında Yapılan Sikke Tashîhi

İlk sikke tashîhi 1588 yılında, Rumeli Beylerbeyi, aynı zamanda musâhib-i şehriyârî ve nâzır-ı emval olan Doğancı Mehmed Paşa'ya havâle edilmiştir. Sikke tashîhinin, Fâtih devrindeki tatbîkâta uyularak yapılması, yâni piyasadaki bütün paraların toplatılarak, yenilerinin piyasaya sürülmesi esâsına dayanmakla birlikte, bunun yapılabilmesi için sermâyeye ihtiyaç duyulmuştur. Bunun için Mehmed Paşa, bir taraftan İstanbul Darphânesi’nin verimini arttırmak için taşra darphânelerinden üstatlar ve âletler talep ederken, diğer taraftan da İran Harpleri ile boşalan hazîneye yük olmamak için halktan, "resm-i tashîh-i sikke" adıyla bir vergi toplattırmıştır. Mehmed Paşa bu vergiden 1.000 yük Akçe gelir elde etmiştir. Sikke tashîhinin yapılması gerekli olmakla birlikte, bu iş için bir verginin konulması doğru olmamış, zâten tashih işleminin bizatihi kendisi bir vergi olduğu için, ikinci bir vergi halkın tepkisine yol açmıştır.
Ayrıca Mehmed Paşa, İstanbul'da çarşı ve pazar esnafından "muâvenet-i tashih Akçesi" ile topladığı salgınlardan, Sırçasaray'da yeni Akçeler kestirmek için teşebbüse geçmiştir. Ancak halk ve askerler Cedit Akçelerin çıkmasını beklerken, yeniçeri ulûfelerinin Cedit Akçe yerine hürde ve züyuf Akçe ile ödenmesi, kapıkullarının bu paraları halka ve esnafa zorla kabul ettirmeye çalışmaları, umûmî bir huzursuzluğa yol açmıştır. Bundan dolayı 2 Nisan 1589’da büyük bir isyan hareketi meydâna gelmiştir. Târihlerde "Beylerbeyi Vakâsı" olarak geçen bu hâdisede Mehmed Paşa parayı tashih edemeden, Defterdar Mahmud Efendi ile birlikte îdam edilmişlerdir. Mehmed Paşa'nın katlinden sonra sikke tashîhi işi Koca Sinan Paşa *'ya havâle edilmiş ve böylece 1588'de başlayan tashih 1589 yılında tamamlanmıştır. 1589'da yapılan bu ayarlama ile, 1586'da olduğu gibi, 100 dirhem gümüşten 800 adet Akçe kesilmesi ve Akçe ağırlığının 0,384 gr olması kabul edilmiştir. Altının resmî kuru 120 Akçeden, gümüşün râyicinin de 80 Akçeden alınıp satılması emrolunmuştur. Ancak bu düzenlemeden kısa bir süre sonra, Akçenin piyasa râyiçleri muhâfaza edilememiştir. Tedâvüle çıkartılan yeni Akçeler yine kırkıcılar tarafından kırkılmış ve devalüasyondan önceki durumlara geri dönülmesine yol açmıştır.

1600 Yılında Yapılan Sikke Tashîhi

Milletlerarası mâden hareketleri, uzun süren ve ganîmet getirmeyen harpler, ticârî faaliyetlerin hacim ve sûretindeki değişimler, nüfus artışlarına bağlı olarak fiyatların durmadan yükselmesi, Akçenin tespit edilen değerlerinin korunmasını imkânsız kılmıştır. Bundan dolayı, 1598'de altın 150; Guruş 100 Akçeye, 1599'da altın 160, Guruş 110 Akçeye, 1600'de altın 180 daha sonra 220 Akçeye kadar yükselmiş ve dolayısıyla yeni bir sikke tashîhi gerekli görülmüştür.
Devlet, piyasadaki ayarı bozuk ve kırkılmış paraları toplatıp, onların yerine ayarı sahih ve standart Akçe çıkartmayı düşünerek, tashih görevini Yemişçi Hasan Paşa *'ya tevdî etti. Yeni sikkeler 14 Eylül 1600 târihinde tedâvüle çıkartıldı. Bu düzenleme ile 100 dirhem gümüşten 950 Akçe darp edilmesi, altının 120 Akçeye, kâmil Guruşun 80 Akçeye, Esedî Guruşun 70 Akçeden muâmele görmesi emredilmiştir. Düzenlemeden sonra ayrıca, yeni fiyatları içeren bir narh cetveli hazırlanarak, çarşı ve pazarlarda tatbik edilmek üzere îlan edilmiştir.

1618 Yılında Yapılan Sikke Tashîhi

II. Osman döneminde yapılan üçüncü sikke tashîhi için, Darphâne Nâzırlığına tâyin edilen, Şıkk-ı Sânî Defterdârı Bekir Efendi görevlendirilmiştir. Kendisine bu düzenleme için gerekli olan 10 kese altın, sermâye olarak verildi. Tedâvülde bulunan kem ayar ve eksik vezinli Akçelerin toplattırılarak yeni Akçelerin kestirilmesi ferman olunmuştur. Bu amaçla, imparatorluğun diğer yerlerinde faâliyetleri durdurulan darphânelerin açılması da emrolunmuştur.
Bu tashih işlemi ile 100 dirhem gümüşten 1.000 Akçe, yâni bir dirhemden 10 Akçe darp edilmiştir. Altının kıymeti ise 120 Akçe olarak tâyin edilmiştir.
Ebubekir Efendi yeni Akçeleri tedâvüle çıkardığında, eskilerin kullanılmasını da yasaklamıştır. Ancak, daha sonra yeterli mâdenin tedârik edilmesindeki zorluklar nedeniyle eski Akçelerin "sahîhü'l-ayar" veya "tamü'l-ayar" olanlarının tedâvülüne izin verilmiştir. Yine bu ayarlamayla birlikte 10 Akçe kıymetinde "Osmânî" adı verilen onluk Akçeler de tedâvüle çıkartılmıştır. 10’luk Osmânî Akçeleri halk arasında "Bekir Efendi Akçesi" olarak anılmıştır.
II. Osman dönemindeki tashîh-i sikke işleminin de sağlam temellere dayandırılmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim bu ayarlamadan hemen sonra, piyasalardaki altın fiyatları tekrar yükselmeye başlayarak; 1620 yılında 150-170 Akçe, 1621'de 160-200, 1622'de 170-200; 1623'te 200-270, 1624 yılının Mart-Nisan aylarında 310'a, Temmuz'da 340'a, Ekim 1624'te 400 Akçeye kadar yükselmiştir.
Altın fiyatlarındaki bu anormal yükselişler karşısında, yeni bir sikke ayarlaması zarûreti doğmuştur.

1624 Yılında Yapılan Sikke Tashîhi

IV. Murat döneminde yapılan bu dördüncü tashihte, Akçenin vezni önceki ayarlamalara bağlı kalarak yapılmıştır. 1618'deki ayarlamadaki gibi 100 dirhem gümüşten 1.000 Akçe kesilmiştir. Sikke tashîhi işiyle Mere Hüseyin Paşa * görevlendirilmiş olup, kendisine bu iş için, harem dâiresinde bulunan matbah takımları, altın vazolar, gümüş eğer takımları darphâneye gönderilerek, 100.000 Guruş’luk sermâye têmin edilmiştir.
Sikke tashîhi ile altın 120 Akçeye; Tam (Kâmil) Guruş 80 Akçeye; Esedî Guruş’u 70 Akçeye; Zolota 50 Akçeye; Babka 6 Akçeye; Mısır Paresi 3 Akçeye gelecek şekilde tedâvül edilmesi emrolunmuştur.
II. Osman döneminde darp edilen 1 dirhemlik 10’luk Osmanîler o sıralarda çok tağşiş edildiğinden dolayı rağbet görmüyordu. Bu nedenle Osmânîlerin de Mısır Paresi gibi 3 Akçeye tedâvül edilmesi uygun görülmüştür.
Akçenin 1624'te tespit edilen râyiçler üzerinden işlem görmesi uzun süre devam edememiş, nitekim daha 1626'dan îtibâren altın 130 Akçeye, 1627'de 180 Akçeye, 1630'da 200, 1632'de 220, 1635'te 240, 1638-1640 arasında da 250 Akçeye kadar yükselmiş durumdaydı. Bu durum fiyatlara da menfî yönde yansıtıldığından dolayı halk büyük bir sıkıntı içine düşmüştür. Bundan ötürü devlet, yeni bir sikke ayarlaması yapmak zorunda kalmıştır. Bu da, Sultan İbrâhim'in saltanâtının ilk yıllarında gerçekleşmiştir.

1640 Yılında Yapılan Sikke Tashîhi

Kemankeş Kara Mustafa Paşa *'nın sadrâzamlığı döneminde yapılan bu sikke tashîhinde de, 1618'de ayarlanan sikke râyiçleri esas alınmıştır. 100 dirhem gümüşten, 10 tânesi 1 dirhem gelecek şekilde 1.000 adet Akçe darp edilmiştir.
Darphâne Nâzırlığına tâyin edilen Şıkk-ı Sânî Defterdârı Hasan Efendi tarafından yeni Akçeler kestirilerek, kapıkullarının bayram mevâcibleri de (Ocak 1641) Cedit Akçeler ile ödenmiştir. Ayrıca, bir ve yarım dirhem ağırlığında "onluk" ve "beşlik" gümüş sikkeler de darp edilerek, onluk sikkeler "İbrâhim Şâhî" adıyla anılmışlardır.
Sikke ayarlaması ile altının 120 Akçeden muâmele görmesi emredilerek, bu râyiçler temel alınarak yeni narh listeleri düzenlenmiştir.
1565-1640 yıllan arasında yapılan muhtelif sikke tashihleri nedeniyle, Osmanlı para târihinde bu döneme, “sikke tashihleri dönemi” adı verilmiştir. Yapılan sikke tashihlerini değerlendiren Halil Sâhillioğlu "devlet, tedâvüldeki nakit fiîlen bozulmuş ise, ister mevcut durumu esas alarak tashîhe girişir yâni para ayarlamasını resmen tanır, isterse bozulmadan evvelki esaslara döner. Bu açıdan bakıldığı zaman, 1586-1600 ve 1618 ayarlamaları enflasyon veya stabilizasyon, 1624-1641 tashihlerinin de deflasyon" mâhiyeti taşıdığını belirtmektedir.
Akçenin sürekli devalüasyonlar netîcesinde değer kaybetmesi fiyatların; kırkık ve ayarı bozuk Akçelerin çeşitlerine göre; anormal şekilde yükselmeler göstermesi, halkın şikâyetlerini de berâberinde getirmiştir. Paranın bozuk olduğu dönemlerde, alıcı ile satıcı arasında çeşitli sorunlar çıkmıştır. Çeşitli alışveriş işlemlerinde satılan bir malın değeri, paranın satış günündeki râyicine göre hesaplanıp sâbitleştirildiği hâlde, borcun ödeme gününe kadar geçen süre içinde, para râyicinin sâbit kalmamasından dolayı alıcı borcunu, paranın ödeme günündeki râyici üzerinden vermek istemektedir.
Bu durumda ise genellikle, para kurundaki farktan dolayı satıcı zarar etmektedir. Ya da tashih işleminden önce yapılan alım satımda, tashihten sonra satıcının Cedit Akçe talep ettiği, alıcının ise züyuf Akçe vermeye çalıştığı görülmüştür.
Tashîh-i sikke işleminden sonra, kimi alışveriş işlemlerinde züyuf Akçe ile mal satan birisinin, yeni Akçenin darp edilmesinden sonra, sattığı mala karşılık daha önce aldığı züyuf Akçeyi vererek, yerine Cedit Akçe talep ettiği olmuştur.
Para râyiçlerinin sürekli değişmesinden dolayı, senet niteliğindeki belgelerde, alınan veya satılan bir malın değeri belirtilirken, alışveriş sırasında kullanılan Akçenin satış günündeki râyici belirtilmeye başlanmış ve bu durum "râyicü'l vakt" terimiyle ifâde edilmiştir.
Tashîh-i sikke kararından sonra devlet, nakdî vergilerin toplanması esnâsında paraların, altın (basene), Kâmil Guruş veya Esedî Guruş gibi sağlam paralarla alınmasını talep ederek, Akçenin sağ ve cedit olmasına özen göstermiştir.
Tashihlerin bir etkisi de, Akçenin değer kayıplarına bağlı olarak fiyatların mütemâdiyen yükselmesi ve satılan malların fiyatlarında dalgalanmalara yol açmasıdır. Bu nedenle Akçe ayarlamaları yapıldığında, eşyâ fiyatları yeniden tespit edilerek genel narh listeleri hazırlanmıştır. Nitekim 1584 ayarlamasından sonra Koca Sinan Paşa böyle bir narh listesi hazırlatmıştır. 1600-1640'ta yapılan ayarlamalardan sonra da yeni narh listeleri düzenlenmiştir.
Paranın değer kaybından en fazla zarar gören kesimler Akçe üzerinden sâbit ödeme bekleyenler olmuştur. Lonca üyeleri, esnaf, küçük tüccarlar, zanaatkârlar da olumsuz yönde etkilenmekteydiler. Ulufelerin mağşuş Akçe ile verilmesi yeniçerilerin sık sık isyan etmesine yol açmış ve askerî ayaklanmalar netîcesinde devlet, mâlî ıslahatlar ve sikke tashihleri yolu ile Akçenin kıymetini muhâfaza etmeye çalışmıştır.
1588'den 1640'lara kadar yapılan tağşişlerle, Osmanlı parasının temel birimi olan Akçe oldukça küçülmüş ve günlük işlerde kullanılması son derece güç bir sikke hâline gelmiştir. Yarım yüzyıl kadar süren bu istikrarsızlık dönemi ile gümüş sikkelerin günlük işlerde kullanılamaz hâle gelmeleri, Osmanlı piyasalarında büyük boy Avrupa sikkelerinin kullanımını yaygınlaştırmıştır. Nitekim para ayarlamaları ve Akçenin alım gücündeki kayıpları önlemek için halk, yabancı para ile alışveriş yapmayı tercih etmiştir. Devlet merkezine yakın olan Ankara, Konya gibi bölgelerde devletin otoritesinin etkisinden dolayı alışverişler çoğunlukla Akçe ile yapılırken, merkezden uzak olan Kayseri ve Antep gibi şehirlerde, büyük oranlarda Esedî Guruş veya Kâmil (Riyalî) Guruş ile yapılmıştır.
Bu ayarlamalardan dolayı halkın yabancı para ile alışverişi tercih etmesi, devleti bâzı tedbirleri almaya sevk etmiştir. Halkın bu haklı kaçışını önlemek için devlet, 1640'tan 1688'e kadar sikke tashîhinden mütemâdiyen kaçınmış, birtakım ıslahatlarla, ufak müdâhalelerle Akçenin değerini korumaya çalışmıştır.

1640 Yılından Sonra Yapılan Sikke Tashihleri

1640 yılında sikke tashîhini gerçekleştiren Kemankeş Kara Mustafa Paşa *, devletin mâlî yapısına çeki düzen vermek için sikke tashîhinin yanı sıra çeşitli ıslahat çalışmalarında da bulunmuştur.
Beş sene süren sadrâzamlığı döneminde, hükûmetin savurganlığını önleyerek, yeniçeri ve sipâhî sayısında azaltmalar yaptı. Vergi gelirlerini arttırarak, aylıkların düzenli olarak verilmesini sağladı. Bütçeyi denk tutmaya çalışarak enflasyonu önlemeye çalıştı. Bütün bunlara rağmen Kara Mustafa Paşa *'nın Ocak 1644'te îdam edilmesiyle yeni bir iç karışıklık ve israflar dönemi başlamıştır. Nitekim 1645'te başlayan Girit Savaşı’yla birlikte, savaşların niteliği açısından yepyeni bir döneme girilmiştir. 25 yıl süren bu savaş Osmanlı Devleti'nin mâliyesinin alt üst olmasına yol açmıştır.
1645'ten îtibâren altın fiyatları tekrar yükselişe geçerek 1645, 1648, 1649 yıllarında 160 Akçeden işlem görmüştür. Bu yıllarda Riyalî ve Esedî Guruşlarda fazla bir dalgalanma görülmemekle birlikte, Riyalî 85-90, Esedî 80 Akçe olarak işlem görmüştür.
Bu dönemden sonra, sadrâzamlık görevine getirilen paşaların, devleti içinde bulunduğu sıkıntılı ortamdan kurtarmak için yaptıkları ıslahat çalışmalarına rağmen paranın râyiçlerindeki artışlar devam etmiştir. Islahatçı sadrâzamlardan Tarhuncu Ahmed Paşa * da devlet gelirlerinin arttırılmasına yönelik çalışmalarda bulundu. Rüşvet alanları şiddetle cezâlandırarak, topraklarının karşılığından askerî hizmetlerini yerine getirmeyen yüzlerce tımar sâhibinin ellerinden tımarlarını alarak, bunların çoğunu iltizam olarak dağıttı. Ayrıca Tarhuncu Ahmed Paşa, mâlî yılın bütçesini önceden hazırlayan ilk sadrâzam olmuştur. Çeşit bölümlerinden beklenen gelirlere göre gider hesaplarının çıkartmış, bu rakamlar hâricindeki harcamaların önüne geçmeye çalışmıştır. Muhâlifleri Ahmed Paşa'nın, pâdişâhı tahtan indirip yerine kardeşi Şehzâde Süleyman'ı geçirtmek istediği yolunda asılsız söylentiler çıkartarak, sadrâzamı îdam ettirmesiyle (Mart 1653) mâlî tedbirler de desteksiz kalmıştır.
Tarhuncu Ahmed Paşa *'dan sonra mâliye tam bir keşmekeş içine girmiştir. Ordu maaşlarını ödemek için gereken kaynaklar tam olarak sağlanamadığı için, müsâdereye çokça başvurulmuştur. Bu dönemde tedâvül eden paralar gümüşten çok bakır içerikli veya kenarları yontulmuş bir hâldeydi. Bu paralara İstanbul'da “Çingene parası” veya “meyhâne parası” adı verilmiştir. 27 Şubat 1656'da sadrâzamlığa Hüseyin Paşa * getirilmiştir. Hüseyin Paşa’nın döneminde, yeniçerilere verilen mevâcib yarı yarıya "nukûd-ı hâlise" veya "kem ayar" sikkelerle ödenmişti. Yeniçerilere verilen ve ayarları oldukça bozulmuş olan bu paraları esnaf kabul etmeyince, târihte “Vakâ-yı Vakvakiye” diye bilinen büyük bir isyan hareketi vukû bulmuştur.
Venedik donanmasının Çanakkale Boğazı’nı Temmuz 1656'da abluka altına alması ile fiyatlarda aşırı bir yükselme meydâna gelmiştir. 1650'de 85-90 Akçeden işlem gören Riyalî 1656 yılında 90 Akçeye, yine 1650'de 70 Akçeden işlem gören Esedî Guruş 1656 yılında 80 Akçeye yükselmiştir.
15 Eylül 1656'da Köprülü Mehmed Paşa * sadrâzamlığa getirilerek, 27 yıl sürecek olan Köprülüler Dönemi başlamıştır. Bu dönem istikrarlı politikaların tâkip edildiği bir dönem olmuştur. Köprülüler Dönemi’nde, Köprülü Mehmed Paşa, Fâzıl Ahmet Paşa * ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa * sadâret makâmına gelmişlerdir. Bu dönemde fiyatlarda ciddî bir dalgalanma olmamış, genellikle istikrarlı bir politika izlenmiştir.
XVII. yüzyılın sonlarına doğru, savaşlar ve yeni cülus bahşişleri sebebi ile mâlî bunalımlar daha da artmıştır. II. Viyana Kuşatması’ndan sonraki harp yıllarında (1683-1699) artan mâlî darlık devleti yeni finansman kaynakları aramaya iterken, sikke tecdîdi siyâsetine geri dönülmüş ve yeni para darbına girişilmiştir.
İlk hamlede âtıl kalmış olan darphâneler yeniden faâliyete geçirilmiştir. 1685'de darphâneler çalışmaya başlarken 1688'e kadar çeşitli altın ve gümüş paralar darp edilmiştir. 1688'de II. Süleyman'ın tahta çıkışından sonra orduya dağıtılacak cülus bahşişleri ve ödenmemiş ulûfelerin getirdiği sıkıntıları gidermek amacıyla, iç hazîneden kiler ve has ahırdan altın ve gümüş eşyâ çıkartılarak, Şerîfî altın, Pare ve bir miktar Akçe darp edilmiş, böylece darphâne devlete yeniden gelir getirmeye başlamıştır. Sikke basımı ile 1 dirhem gümüşten 12,5 yerine 17 Akçe kesilmesine karar verildi.
Bu dönemin önemli bir gelişmesi de, bakırdan Mankur darbına başlanması olmuştur. 12 Eylül 1688'de basımına başlanan Mankurların 1 tânesi yarım dirhem (1,536 gr) ağırlığında ve 2 tânesi 1 Akçe değerindeydi. Piyasada bu râyiç çok mâkul karşılandı ve bakır paraya olan talep bir hayli fazla oldu. Halkın gösterdiği bu ilginin ve mâlî darboğazın da etkisiyle, sonraları 1 Mankur 1 Akçe eşitlenmesine yönelik karar alınmıştır. Mankur üretimi devlete önemli bir mâlî gelir getirmiştir. Devletin, Mankur üretiminden elde ettiği net gelirler 380 milyon Akçeye ya da o dönemin kuru üzerinden 1,4 milyon Altın Dukaya ulaşmıştır.
Mankur üretiminden elde edilen büyük gelirler, özellikle Trakya, Selânik ve İzmir yörelerindeki kalpazanları da harekete geçirmiştir. Kimi sahte Mankurlar da Avrupa kanalıyla ülkeye girmiştir. Kalb Mankurların çoğalmasıyla, Mankur deneyimi önemli bir darbe yemiş oldu. Mankur para darbı ile devlet, mâliye gelirlerini önemli ölçüde rahatlatmış, enflasyon karları elde ede bilmiştir. Hazîne nakde olan ihtiyâcını, Mankur karşılığı ödemeler sâyesinde kurtarabilmiştir. Bu sâyede ödenebilen ulûfelerle, çıkması muhtemel isyanların da önüne geçilmiştir. Fakat Mankur para tecrübesi çok kısa süreli olmuş, (yaklaşık 32 ay) kalpazanlık ve kaçakçılık faâliyetleri ile fiyatların alt üst olmasına yol açmıştır. Mankur üretimi 22 Haziran 1691 târihinde II. Ahmet tarafından durdurulmuştur.
II. Süleyman döneminde gerçekleşen önemli gelişmelerden bir diğeri de, o zamâna kadar kullanılan ve rağbet gören Avrupa Guruşları örnek alınarak, ilk yerli Osmanlı Guruşlarının tedâvül edilmesidir. Akçenin sürekli tağşişlerde küçülerek kullanılamaz hâle gelmesi üzerine, memlekette yabancı paralar çok fazla dolaşmaya başlamıştı. Bu durum siyâsal ve simgesel olarak olumsuz bir tablo yaratmaktaydı. Bu yüzden XVII. yüzyılın ikinci yarısından sonra devlet, yeni bir para birimi oluşturmak için birkaç teşebbüste bulunmuştu. Ancak bunlar savaşlar ve mâlî olumsuzluklar nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
İstanbul Darphânesi’nde ilk kez 1690'da basılan büyük boy gümüş sikkeler, %60 gümüş, %40 bakır ihtivâ etmekte ve yaklaşık 6 dirhem (19,2 gr) ağırlığa sâhiptiler. Akçe ise, artık sâdece “muhâsebe sikkesi”, gerçekte bulunmayan ama hesapları düzenlemede değer ve ayar birimi olarak kullanılan bir sikke hâline gelmiştir.












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapabilirsiniz.
Powered by Übersetzer

Bu Blogda Ara